Şimdi, yıllar sonra, Cohen bu temel kıvılcıma geri dönüyor – nostaljiyle değil, öyküsel ustalıkla. Son projesi Julie Bullard bir anı kitabı değil. Kurgusal bir biyografi, protezler içinde bir anı, ironiyle örülü bir aşk mektubu. Efsanevi İngiliz belgeselci Martin Parr tarafından çekilen ve Londra’daki Dover Street Market’te bir kitap ve enstalasyon olarak sahnelenen proje, aynı anda hem yüksek kamp hem de mutfak lavabosu gerçekçiliğine sahip.
Cohen’in canlandırdığı Julie sıradan bir hayat yaşıyor: düğünler, kızarmış yemekler, çamaşır asmak. Ama her hareketi mitleştirilmiştir. Evi, saçı, kalp kırıklığı. Her şey, büyürken sıkıldığını ve sihir aradığını hatırlayan birinin abartılı samimiyetiyle sahneleniyor.
Cohen, “Julie, fiziksel görünümün önemini fark etmemi sağlayan ilk kişiydi,” diyor. Sarışın, parlak, nazik – Cohen’in estetik bir öteki dünyaya ilk bakışıydı.
Kitapta ürkütücü bir olay var: Julie ölüyor. Cohen bir tabutun içinde yatıyor. Cenaze töreni gerçek hayattaki arkadaşının annesi tarafından düzenleniyor. Yarı performans, yarı methiye, yarı banliyö sürrealizmi. Cohen, “Ölümün Julie’yle hiçbir ilgisi yok” diyor. “Ve her şeyin benimle ilgisi var.”
Martin Parr ile işbirliği, İngiliz görsel dilinin bir meta döngüsüdür. Keskin, şeker renkli sosyolojileriyle tanınan Parr, Cohen’in tablolarını sanki gerçekmiş gibi çekiyor; onun objektifi Cohen’in fantezisine gerçek havası veriyor. Argos katalogları ve jöleli ayakkabıların, sahnelenmiş keder ve sessiz özlemin yanında yaşadığı, yapaylık ve sahicilik arasında bir dans.
Cohen’in içindeki çocuğun anılarını bu kadar hassas bir şekilde küratörlüğünü yapmasında dokunaklı bir şey var. Mısır gevreği kutuları. Düğün kanepeleri. Uzaylı balçık yumurtası. Bu retro şıklıkla ilgili değil, bir imgenin içinize ne kadar derinden yerleşebileceğiyle ilgili. Bir bebek bakıcısının saçının nasıl bir kariyere dönüşebileceği.
Julie Bullard sadece bir proje değil. Bu bir teori: cazibenin öğrenilmiş bir dil olduğu, işçi sınıfı güzelliğinin tiyatro olduğu, gerçekliğin en iyi kendi kurduğumuz kurgularla anlaşılabileceği.
Ve bu hikayede, ilk sarışın her şey demekti.