Resa Saffa Park – Harmony, passion and intuitions

MusicMarch 24, 2024
Resa Saffa Park – Harmony, passion and intuitions

Retro disco tınıları caz pop estetiği ile buluşuyor. Bu formülün sahibiyle tanışalım, Resa Saffa Park. Dubai doğumlu İskandinav kökenli sanatçının dünyasına yakından bakıyoruz. “Candles” şarkısı ile birçoğumuzun ruhuna  dokunan ve özellikle Türk dinleyicileri ile duygusal bir bağ kuran bir sanatçı 20 Nisan’da Zorlu PSM’e geri dönüyor!

Diyaloğumuz içinde Resa’nın içgüdülerini, paylaştığı anları ve keyif aldığı lokal dokuların üzerine konuşuyoruz. İlhamını parçalara ayırıp anılar içine yerleştirerek, müziği ve arkasında neler olduğuna dair katmanlı bir anlatıda buluyoruz kendimizi.

Jazz, soul ve grunge elementleri kompozisyonlarında oldukça fazla bulunuyor. Bu dokuları birbirine karıştırma prosesi nasıl şekilleniyor?

Bunun hem müzikte ve hayatta sevdiğim unsurlar ile, beni, tavırlarımı ve huylarımı temsil edebileceğini düşündüğüm unsurlara dayalı bilinçli bir karar olduğunu, hem de yaratımlarımın sezgisel bir sonucu olduğunu düşünüyorum.

Nirvana’yı en büyük ilham kaynaklarından birisi olarak alıyorsun, bu ilham bize söz yazarlığında ve kasvetli havanda kendini gösteriyor. Gruptan aldığınız ana konsept neydi?

Bazı insanların Nirvana’dan esinlenmemi anlamayabileceğini düşünmüştüm, bu yüzden sizin anladığınıza sevindim. Sanırım bazen en büyük korkum, yumuşak ve feminen sesim nedeniyle bir kadın şarkıcı olarak cilalı ve yumuşak olarak algılanmak. Gençken erkek şarkıcılardan çok ilham alırdım, genellikle kadın şarkıcılardan daha fazla, çünkü erkek sesinde bir kadınınkine göre daha belirgin bir pürüz var ve sanırım gençken buna imrenirdim. Daha sonra Billie Holiday ve Beth Gibbons gibi çok keskin ve çokça ruh sahibi kadın şarkıcılarla tanıştım ve çoğunlukla pop müziğe aşina olduğum için sadece yanlış türe baktığımı fark ettim. Nirvana ve Radiohead, “popüler” ve “mükemmel” olana karşı tuhaflıkları ve muhalefetleriyle ergenlik dönemimde beni gerçekten derinden etkileyen iki gruptu. Kendimi dışlanmışlarla özdeşleştirmeye devam ediyorum ve hala dışlanmışların en ilginç insanlar olduğunu ve en ilginç şeyleri yaptıklarını düşünüyorum. 

“Candles” duygu dolu yorumu ve kasvetli tavrıyla bir fan favorisi. Bize şarkı hakkındaki açınızı anlatabilir misiniz? Yayınlanmasından bu yana “Candles” ile ilişkiniz nasıl şekillendi, Kurt Cobain’in fan favorisi ile aynı ilişkiyi paylaşıyor musunuz?

Candles’ı arkadaşlarımla Oslo’daki apartmanımın hemen dışındaki küçük bir yeşil parkta buluşmayı planladığımız bir bahar günü yazdım.Kendimi biraz kasvetli hissediyordum ve hepimiz güneşin ilk ışıklarıyla dışarıda oturmanın hepimize iyi geleceği konusunda hemfikirdik. Nerede olduğunu bilmediğim bir yere özlem duyuyordum, bu yüzden arkadaşlarımın yanına gitmeyi planlarken onları otururken görebiliyordum, gitmeden önce biraz çalmak için gitarımı aldım. İşte o zaman “Candles”ı yazdım. Hissettiklerime uygun bir senaryo ve melodi olarak içimden akıp gitti. Büyü gibiydi ve ondan sonra kendimi çok daha hafiflemiş hissettim. Gitarımı yerine koydum ve rahatlamış bir ruh haliyle arkadaşlarımın yanına gittim.Oslo’da çaldığımda kimse bu şarkıyı gerçekten önemsemedi ve hiçbir zaman en sevdiğim şarkı olarak anılmadı ama benim için her zaman en özel şarkım oldu. Ta ki bir gün oynadığım Ragnarok dizisinin yönetmeni bana gelip durup dururken şöyle diyene kadar: “Tüm şarkıların arasında gerçekten sen olan şarkı Candles dimi?” Tam on ikiden vurdu ve anlaşıldığımı hissettim. Candles o zamanlar gerçekten benim olan tek özel şarkımdı çünkü onunla hiçbir şeyden ödün vermedim ya da hiçbir şeye uyum sağlamadım. O sadece Candles’tı. Hâlâ da öyle ve Türk dinleyicilerin bu şarkıyı en sevdikleri şarkı olarak söylemeleri beni çok etkiledi. Bu beni gerçekten anlaşılmış hissettirdi. O zamandan beri varoluşsal olarak daha sakinim. 

Bu özellikle değerli çünkü kasvetli bir müzik parçasının kasvetli bir varlık duygusuyla nasıl rezonansa girebileceğini ve sizi nasıl daha az yalnız hissettirebileceğini çok iyi biliyorum. Neredeyse bir şekilde kurtarılmış gibi hissedebilirsiniz. Nirvana dinlerken de bu hissi yaşıyordum. 

Müzisyenliğinizin yanı sıra aynı zamanda bir oyuncusunuz. Bu iki dünya nasıl kesişiyor? Karakterlerinin müziğine karıştığı ya da tam tersi bir durumla karşılaştığın oluyor mu?

Pek sayılmaz, henüz ciddi bir hikayede derin bir karakteri oynamadım. Benim için oyunculuk bu noktaya kadar eğlenceli bir deneyim oldu, ancak karakterlerim çoğunlukla abartılı drama ve komedi temelli oldu. Bir gün bunun tam tersini oynamayı umuyorum ve dört gözle bekliyorum. Bunun müzikteki tarzımla daha uyumlu olacağını düşünüyorum, ancak oyunculuğu gerçekten takdir ediyorum ve şimdiye kadar müziğimle hiç ilgisi olmadı.

Türkiye’ye birçok kez geldin ve bu Zorlu PSM’ye ikinci gelişin. Seni tekrar tekrar buraya getiren nedir?

Geçen yıl Ekim ayında Ankara’daki seyircilerin şarkımı ilk kez bir şarkıma eşlik etti, çok sıcak bir şekilde karşılandım. O şarkı Candles’tı. Orada çaldığım sonraki günler ve İstanbul’da tek başıma kaldığım bir süre hayatımın en güzel günleriydi. Dubai’de doğdum ve İstanbul’daki minarelerden yükselen sesler (duyduğum birkaçı rahatsız edici olsa da) bana Dubai’deki günlerimi anımsattı. Ayrıca konserlerimden sonra merci satışı yaparken pek çok harika dinleyiciyle tanıştım.  Ne kadar parlak, sıcak ve samimi olduklarına hayran kalmıştım. Arkadaşlarımla buluşmak gibiydi. Sonraki günlerde de birçok açık ve ilginç insanla tanıştığım için şanslıydım. İstanbul şık insanları, havalı barları, kafeleri, ruh dolu sokakları ve kedileriyle artık benim de en sevdiğim şehir ve geri dönmek için sabırsızlanıyorum. 

Sanatçı-seyirci ilişkisi performansını öne çıkaran çok önemli bir kavram. Binlerce kişinin önünde duygularını açmayı nasıl başarıyorsun? Bu sana zaman zaman savunmasız hissettiriyor mu?

Bunu sizi anladığını hissedebildiğiniz bir dinleyici kitlesiyle yapmak çok daha kolay, çünkü o zaman sadece benmişim gibi hissetmiyorum, müzik çalarken odadaki hepimizin paylaştığı bir kırılganlık oluyor.

İskandinav kökenli ve Dubai doğumlusun, Liverpool’da üniversite okudun ve şu anda Oslo’da yaşıyorsun. Şehirlerin farklı dokuları seni nasıl etkiliyor? Ayrıca, sanatında kimlik nasıl şekilleniyor?

Sanırım farklı kültürler ve çeşitli evlere sahip olmak beni her zaman her yerde biraz yabancı gibi hissettirdi, ancak bunun benim için aynı zamanda bir ayrıcalık olduğunu anlamaya başladım, çünkü kendime daha fazla tutundum ve herkesin yaptığından farklı şeyler yapmama izin verdim. Aynı zamanda farklı insanlara o kadar alışmıştım ki, hiçbir zaman tam bir uyumu ne anladım ne de sevdim, ki bunun sanat yapmak için iyi olduğunu düşünüyorum.

Albüm renkleriniz vintage ve minimalist bir hisle farklı bir estetiğe sahip. Soluk renkler ve bir renk ızgarası da kapakların çoğunda mevcut. Müziğini bir imaj olarak nasıl kavramsallaştırıyorsun ve kapak resmini albümle eşleştirme sürecin nasıl işliyor?

Sezgilerimi entelektüelleştirmeyi seviyorum. Yaptığım her şey öncelikle sezgisel, ancak renk veya stil açısından neden içgüdüsel olarak şunu veya bunu seçtiğimi anlayarak onu entelektüelleştirme ihtiyacım var. Sanırım eski dönemleri romantikleştiriyorum çünkü varoluşçulukla ilgili sürekli bir duygum ya da düşünce akışım var.Hayatımın daha önceki dönemlerine ve hiç yaşamadığım dönemlere dair güçlü nostaljik duygular hissediyorum. Nostaljinin, romantize etmenin, minnettarlık hissetmenin yanı sıra nankörlük etmenin ve tüm hayatlar ve yaşamlarla kıyaslandığında kendinin ne kadar önemsiz olduğunu anlamanın bir kombinasyonu olduğu düşüncesine inanmayı seviyorum. Bir anlamda tüm bunların bir arada olduğu sürekli bir melankoli içinde yaşamak ve hayatın kendisinin de bundan ibaret olduğunu anlamak gibi. Vintage’ın bana rol yapma ve biraz oynama izni verdiğini hissediyorum.Mevcut zamana boyun sadece eğmek istemiyorum. ‘Şimdi’nin ötesinde ve benim yaşam süremden daha büyük bir dünyanın unsurlarının olmasını istiyorum. Örnek olarak, 2024 yılına ait bir saate bakabilir ve üzerinde fazla düşünmeyebilirim, ancak örneğin 1950’lere ait bir saat, hatta farklı dönemlere ait birden fazla saat görürsem, bu beni ağlatabilir bile.Tasarımın varoluşsal olarak temsil ettiği şeylerden o kadar etkileniyorum ki… Bu gibi nesnelerin etrafında olmayı seviyorum. Tıpkı eskiden çok aşina olduğunuz bir süt kutusunun, son kullanma tarihi geçmiş tasarımını aniden gördüğünüzde hissettiğiniz duygu gibi. Belki de bana hayatın değerini hatırlattıkları için bu tür şeyleri seviyorum. Garip bir din gibi. Bu benim müziğimde de var ve bu yüzden ticari pop müziği anlamıyorum çünkü sanatta mantık ve düşünceye ihtiyacım var. Sadece eğlenmeye değil, etkilenmeye de ihtiyacım var. Sanırım bu hepimizin ihtiyacı.

Author: Based Istanbul

RELATED POSTS