Juergen Teller’in Atina’daki “you are invited” sergisi ilk bakışta bir davetiye gibi açılıyor: bariyerleri olmayan, eşik yüksek bir tonda. Juergen Teller’ın pratiğindeki ikonografik ögelerle kendine has mizah anlayışı yumuşak jestlerle bir ahenk içerisinde sunuluyor. Hiç bir güç gösterisi olmadan izleyici sahiplenen bir ton hakim. Davet serginin temelinde ama kimin kimi davet ettiği ya da neye davetli olduğunuz hissi ise sanatçının mizahi tonunda saklı.
Onassis’teki kurgu, Teller’in kariyer geneline göre “sonradan kazanılmış bir özgüvenin sakinliği” gibi okunabiliyor. Sert kırılmaların, agresif ironi ataklarının yerini bir tür mesafe duygusu almış: pozlar, bir şeyi ispat etmek yerine çoktandır ispat edilmiş bir gerçekliğin içinden akıyor. Fotoğraflarda yıllardır süregelen ham ışık, hazır bulunma, anti-stil, reklam-dışı bir dürüstlük gibi duyguları yine belirgin; fakat bu kez jest, “yüksek ses”le değil “tekrar etmeme lüksü” ile kurulmuş. Teller’in 90’larda söke söke aldığı alanın, 2020’lerde sakince elinde tutulan versiyonunun içerisinde buluyoruz kendimizi.


Serginin esas ilginçliği, bugünün imge rejiminde “davet” kelimesinin taşıdığı ağırlığı test etmesi. Platform kapitalizmiyle birlikte hepimiz zaten sürekli “davet ediliyoruz”: takip et, gir, katıl, iz bırak, data ver. Teller ise “you are invited” derken bunu anti-platformik bir hamleye çeviriyor: karşılığında sana hiçbir performans borcu çıkarmıyor, veri toplamıyor, dönüş beklemiyor. İzleyenin tek görevi bakmak ve kendi konumunu fark etmek. Bu yüzden sergi, estetik bir olay kadar bir konum-oyunu. Teller burada artık şok üretmiyor; tam tersine, şoktan geri çekilmiş bir dinginlikle şunu soruyor: Sarsıntı yoksa, çıplak dürüstlük hala radikal olabilir mi?
Onassis’teki sergi; Juergen Teller sergisini 30 Aralık’a kadar gösterimde, fotoğrafın yaşayan efsanesi ile randevunuz için hala geç kalmadınız.
