Çok değil, bir zamanlar haftanın yumuşak bir dayanağı vardı: film gecesi. Takvimlerde bunun için yer açılırdı. Arkadaşlar, eş zamanlı hareket ederdi. Abur cubur bilinçle alınırdı. Koltuğa oturulur, ışıklar söner, dünya yavaşça kapanırdı. Zaman kesintisizdi.
Sonra “feed” geldi.
TikTok sadece içerik sunmadı; dikkatimizi belirleyen eşiği baştan kabloladı.1.6 saniyede haz vermeyen her şey, tüy silker gibi kaydırılıp atıldı. Ve o yeni motor alışkanlık — kaydır–reddet–ödül–tekrar — hayatın geri kalanına sızmaya başladı.Bunu kendi sinir sisteminizde bile hissediyorsunuz: yavaş yükselişten duyulan bir korku, geciken bir gelişmenin yarattığı huzursuzluk, her 0.8 saniyede dopamin peleti sunmayan iki saatlik bir film yayılımına artık katlanamayan bir beden.
Film gecesi, filmler kötüleştiği için değil; bedenlerimiz süreye tahammül etmeyi bıraktığı için kayboldu. Başparmaklarımızı eğiten kültür korteksimizi de eğitti: Hiçbir şey zamanını alamaz.
TikTok “eğlence” diye satılıyor, fakat asıl ürünü parçalanma. Sürekliliği paketlere bölüyor: 11 saniye dedikodu, 7 saniye meme, 14 saniye skandal, 9 saniye cilt rutini, dans videolarının arasına sıkışmış 18 saniye savaş görüntüsü… Şu anda yaşadığımız şey bir kolaj: ölçülerin, önemlerin, türlerin ve etiklerin aynı boyuttaki bir dikdörtgene düzleştiği bir dünya. Hiyerarşi yok, öncesi sonrası yok. Şimdiler ve sonralar arasındayız.
Film gecesi bambaşka bir metafiziğe dayanıyordu. Şöyle diyordu: Bir süreliğine dış dünya içeri giremez. Gerçek zamanlı kapitalizme karşı mikro bir grevdi bu. Tek ekran, tek hikâye, tek ritim. Feed yasaktı.
Elbette kimse cenaze töreni düzenlemedi. Kimse, “Artık 132 dakikalık kesintisiz dikkati koruyacak zihinsel zarı taşımıyorum,” demedi. Sadece film gecelerini önermeyi bıraktık çünkü onları keyifli kılan bütün öncüller, sabır, yavaşlık, paylaşılan sessizlik, yayılmaya izin verme lüksü feed tarafından çoktan eritilmişti.
Belki film gecesi geri döner — nostalji olarak değil, bir karşı-pratik olarak. Sinema kutsal olduğu için değil; çünkü süreklilik artık bir lüks hâline geldiği için. Senin için hızlanmayı reddeden bir şeyi izlemek, iç saatinin kimsenin mülkü olmadığını hatırlamaktır.
O zamana kadar feed, saatleri yutmaya devam edecek ve buna “eğlence” diyecek. Bizim sinir sistemlerimiz ise daha sessiz, daha yavaş ve tuhaf biçimde ütopyacı bir şeyi kaybettiğimizi bilerek titreyecek: bir oda, bir ekran ve zamana sahip olma hakkı.