Bugün İyiyim, Ama Değilim: Dilara Sakpınar

MusicMarch 7, 2017
Bugün İyiyim, Ama Değilim: Dilara Sakpınar

“Geçenlerde eski fotoğraflara bakıyordum,” cümlesiyle başlıyor söze Dilara Sakpınar. İçinde bulunduğumuz stüdyoya göz gezdirirken, geçmişte kaydettiği şarkıları anımsayarak, “Birkaç da eski kaydımızı dinledim,” diye ekliyor. “Büyümüş gibi hissediyorum. Belki klişe olacak ama, o yolculuğa dışarıdan baktığımda kendimi iyi hissediyorum. Müzik yapmaya hala devam ediyor olmak çok güzel.”

İstanbul’un ve Türkiye’nin son yıllardaki tüm o iç sıkıntısına rağmen, üretimlerine tutkuyla devam eden 123’ün vokalisti Dilara Sakpınar’la, yeni solo albümünü konuşmak için buluştuğumuzda, sohbete geçmişi yad ederek başlıyoruz. Dilara Sakpınar, sahne adıyla Lara Di Lara, halen birlikte müzik yapmaya devam ettiği 123’ün yanı sıra, artık solo kariyerine de ağırlık vermeye başladı. 2015’te, ilk solo albümü Oraya Doğru’yu yayınlanmasının ardından bu sene de ikinci albümü Hazineler İçindesin’i Sony Music etiketiyle yayınladı.

Hazineler İçindesin doğayı, hayvanları, insanları, yaşamın kendisini kucaklayan, barındırdığı o melankolik tarafa rağmen iç aydınlatan, geleceğe ümitle ve pozitif bakan bir albüm. Bu birleştirici ve barışçıl ruhu şarkıların genelinde hissediliyor. Merak ediyorum, acaba grup için bestelediği ve kendisine sakladığı şarkıların ayrımını nasıl yapıyor? Kayıtlarına da yansıyan o sakinleştirici ses tonuyla, acele etmeden cevap veriyor. “Benim kendi dünyama ait olduğunu hissettiğim şarkılar solo albüme gidiyor. 123’teki hikayelere ve ritme uyan şeylerse gruba gidiyor. Gruba dair şarkıları birlikte yapıyoruz. Benim projemdeyse ben kendim besteliyorum. En önemli fark o bence.”

Hazineler İçindesin is an album that embraces nature, animals, humans and life itself, that enlightens the soul despite it’s melancholic side, and that makes one look at the future with hope and positivity. How does she make the difference between songs she composes for the band and ones she makes for herself, I wonder? “The songs I believe that belong to my world become a part of the solo album. Those that fit stories of 123 and it’s rhythm become a part of the group album. We make the group songs together. I compose them myself if it is a part of my project. I think that is the biggest difference,” she answers with her calming tone that is reflected in her recordings, without rushing.

Birlikte farklı üretimler gerçekleştirdiği, 123’te de ona eşlik eden Feryin Kaya, Berke Can Özcan, Burak Irmak gibi müzisyenlerin Dilara Sakpınar’ın müziğindeki etkisi yadsınamaz. “Hepsi benim için çok önemli, değerli insanlar,” diye anlattığı bu müzisyenlerle oldukça uyumlu bir ilişkisi var. Ama müziğe dair geliştirdiği bu ilgi ve kabiliyette genlerinin de payı büyük. “Müzisyen olma istediği her zaman var mıydı?”, diye konuşmaya başladığımızda söz ailesinden açılıyor.

“Ben müzisyen bir ailede doğdum. Babam (Ender Sakpınar) orkestra şefi, annem (Leyla Sakpınar) ressam, dayım (İlhan Erşahin) müzisyen, babaannem (Hasbiye Sakpınar) ve dedem (Sadi Sakpınar) operacı… Çok fazla müzisyen ve sanatçı vardı etrafımda. O yüzden kendimi çok doğal bir şekilde müziğin içerisinde buldum. Babamın yönettiği operalara daha üç yaşındayken gidiyordum.

Onları ezberleyip, o küçücük yaşımda evde söylermişim. Fakat hiçbir zaman ‘Şarkıcı olacağım, müzisyen olacağım, hayatım böyle olacak,’ diye düşünmüyordum. Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde okudum. Mezun olurken 123’e dahil oldum. Onlarla beraber sahneye çıkmaya başladım. Aslında öyle başladı her şey.”

Babası Ender Sakpınar’ın, dayısı İlhan Erşahin’in ve annesi Leyla Sakpınar’ın onu müziğe ve sanata yönlendirmede nasıl etkileri olduğunu merak ediyorum. “Ne babam ne de başkası bana ‘Sen müzikle uğraşacaksın,’ demedi. Fakat canım istediği zaman babam da beni teşvik ederdi. Piyano çalardı, müzikler dinletirdi. Babam klasik müzikle ilgileniyor. Onunla daha çok o alanda bir öğreti yaşadım. İlhan (Erşahin)’le birlikteyse biraz daha rock’n’roll bir hayata giriş yaptım.” Gülümseyerek vurguladığı, o rock’n’roll hayatın açılımını soruyorum. “Klasik müzik dünyasında her şey oldukça klasik şekilde ilerliyor. Her ne kadar sahne arkası son derece renkli ve karmaşık olsa da, sahnenin önünde oturarak, sessizce konseri izliyorsunuz. İlhan (Erşahin)’le ise o bar ortamlarına, küçük kulüplere, gecesi gündüzüne karışan bir ortama şahit oldum. Türlü türlü insanı çok daha yakından tanıdım. Dayımın ve babamın farklı ama ortak noktalarda buluşan etkileri vardı. Annemleyse atölyesindeki çalışmaları sayesinde boyalarla, renklerle, çamurla, çok daha farklı bir ortamla tanıştım. Onun da üzerimdeki etkisi büyüktür.”

Bu etkinin büyük olduğu kesin. Zira Dilara Sakpınar’ın daha 14 yaşındayken vokal yaptığı ilk şarkının sözleri annesine ait. “Bir gün İlhan (Erşahin) geldi. ‘Albüm yapıyorum, gel sen de söyle,’ dedi. ‘Nasıl yani?,’ diye şaşkınım ben. Stüdyoya girdik. Öyle bir ortamda, ilk defa bir şey yazmam gerekiyor. Derken annem ‘Ben bir şeyler yazdım,’ dedi. Ben de onları okuyup, birkaç kelime değiştirip söyledim. İlk kaydettiğim şarkı buydu.” Böyle bir sanat ortamında büyüyen birisi olarak, bugünü nasıl gördüğünü AKM üzerinden konuşmaya başlıyoruz. “Son zamanlarda Taksim’e daha da az gider oldum. Her gittiğimde kendimi bir nostaljinin ortasında buluyorum. Sanki o özlemini duyduğum zamandaymışım gibi bir alan yaratıp, orada var olmaya çalışıyorum. Geçenlerde, o betonla kaplı, korkunç hale getirdikleri Taksim Meydanı’nda, AKM’ye karşı uzun uzun durdum. O kadar değişik duygular geçti ki içimden. Hem çocukluğum var işin içinde. Hem de şimdiki zaman var. O zamanların belki de yeterince değerini bilemediğimi fark ettim. İnsan kaybedince daha da iyi anlıyor. Oradaki o büyük avizeler, kırmızı merdivenler, duvarlara adeta sinmiş kokular ve sesler…”

Aslında o da sahneye ilk defa AKM’de, henüz ufacık bir çocukken çıkmaya başlamış. O zamanlar şarkılarını seslendirmek için değil, babasına çiçek vermek için sahnede bulunurmuş. O eski AKM’den neler hatırladığını soruyorum. “Konserleri öncesinde babamın bulunduğu sahne arkasına mutlaka uğrardım. Muazzam bir merakla heyecanlanırdım. Tam da şu an sahneye çıkmadan öncekiyle aynı heyecandı. Sanki orada ben sahneye çıkacakmışım gibi. Demek ki içimde yer etmiş ki, sonradan ben de o yola girmişim. Sahnedeyken babama çiçekleri hep ben götürürdüm. Sahneye çıkma hissini tadıyordum o şekilde. Beni müzikal yolculuğumda ailemin yanı sıra oranın ve gittiğim tüm tiyatroların, konserlerin etkilediğine eminim. Bundan daha iyi bir öğreti olamaz gibi geliyor bana. Okul elbette başka şeyleri öğretiyor. Ama sanatı ve kültürü her çocuk deneyimlemeli. İlla müzisyen ya da sanatçı olmak zorunda değilsin. Kafada ve kalpte mutlaka bir şeyler açıyor.”

Geçmişle ve bugünle kurduğu bu ilişkininin ardından yeni albümü Hazineler İçindesin’e bağlanıyor konu. Şarkıları nasıl bir dönemde yazdığını, son birkaç yılda olanların onu nasıl etkilediğini anlatmaya başlıyor. “Geçtiğimiz iki senede yazdım şarkıları. Son yıllarda yaşadığımız olaylar kimi etkilemedi ki? Bu olayların da etkisiyle, içimdeki protest tarafın gün yüzüne çıktığını fark ettiğim bir albüm oldu. Bu şekilde düşünerek yazmadım şarkıları. Sonradan böyle olduğunu fark ettim. Bunun dışında insan faktörü de beni hep çok etkilemiştir. Birbirimize olan yaklaşımımız, saygımız, sevgimiz ve bunların eksikliği de…”

Yaşadığımız tüm olayların Dilara Sakpınar’ın üretimini de etkilediği oldukça açık. İçimizdeki o tuhaf hissiyatı çok güzel özetleyen bir cümleyle başlıyor yeni albümü; “Bugün iyiyim ama değilim günlerimden”. Tam da Türkiye’nin durumunu anlatıyor bu giriş. “Son zamanlarda sıklıkla hissettiğim bir duygu bu,” diye açıklıyor. “Aslında sağlığım yerinde. Bir evim var. Bir kedim var. Yemeğim var. Temel şeylere sahibim. Mutlu ve iyiyim. Ama bir yandan da tuhaf bir psikolojideyim. Hiç iyi hissetmiyorum. Daha korkunç şeyler yaşayan insanları düşünüyorum. Kendimi onların yerine koyuyorum. ‘Dilara saçmala, ne kadar ayıp bir şey, sen tabii ki de iyisisin,’ diyorum. Gidip geliyorum. Zannediyorum ki artık bunu her gün yaşıyorum.” Bu tuhaf duruma rağmen “Ama bir şekilde bir umut, bir ışık olduğuna da gerçekten inanıyorum,” diye bağlıyor sözü.

Bu umudu şarkılarına da yansıtıyor. Giderken’de, “Kaçmasak, kalsak,” diyor. Hani o etrafımızdaki onlarca insanın yaptığı ‘buradan kaçma’ konuşmalarını ve planlarını işaret ederek, kalmaktan bahsediyor. “Herkes bir çare arıyor. Ben bir şeye tutunup onu yapmak gerektiğine inanıyorum. Burayı çok seviyorum. Ama İstanbul bir yandan da o gidip gelme duygusunu çok yaşadığım bir yer. Giderken’i de o sebeple yazdım. Konserler iptal oluyor. Yaptığım işi yapamaz hale gelmeye başlıyorum. Nasıl ki bankacılar bankaya gidip işini yapabiliyor, bizim de öyle olabilmemiz gerekiyor ama olmuyor. Sadece iş de değil elbette. Özgürlükler de kısıtlanıyor. Bu yüzden, ‘Kaçmasak kalsak, o yolları burada aşsak,’ diye düşündüm. Yapabildiğimiz yere kadar. Eğer buradaysak, burada olmayı seçiyorsak, elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Benim elimden gelense sesimi kullanmak.”

Tüm bu sıkıntının bir yandan da müzik camiasını yakınlaştırdığına inanıyor. “Eskiden uzaktan birbirimizi takdir ederdik. Sanki herkes kendi köşesindeydi. Ama şimdi müzik birleştirir ruhuyla yaşıyoruz. Birbirimizin konserlerine daha çok gitmeye, birbirimize daha çok destek olmaya çalışıyoruz. Çünkü bizler bunu yapmazsak kimse yapmıyor. Bir arada ne kadar çok şey yaparsak o kadar güçleniriz,” diye anlatırken Türkiye’deki özellikle kadın müzisyenlerle olan ilişkisinden de bahsediyor. Bu konuyu konuşuyor olmak dahi üzücü fakat Türkiye’de kadın olmak ve kadın bir müzisyen olarak sahnede yer almaya bağlanıyor sohbetimiz. Neler yaşadığını ve düşündüğünü “Bunu konuşmak gerçekten üzücü,” diyerek anlatmaya başlıyor. “Sadece Türkiye için değil, dünyada da biraz böyle olduğuna inanıyorum. Hepimizin bildiği Björk de, Madonna da ayrımcılıktan şikayetçi. Bunun kırılması sadece kadınların kadınlarla bir arada durmasıyla değil, erkeklerin de buna katılması ve onların da desteğiyle olacak. Hepimiz eşitiz. Kadın, erkek, gey, lezbiyen önemi yok. Kırılamayan önyargılar var sadece.”

Albümündeki bir başka şarkıyı aklıma getiriyor anlattıkları. Kimiz’de değerlerimizi ve kimliklerimizi sorguluyor Dilara Sakpınar. Var olmanın bir insanı değerli kılmaya yettiğini anlatıyor. “Sen nasıl varsan, ben de varım. Afrika’da evine ekmek götürmeye çalışan kadın nasıl varsa, Van’daki çocuk da o kadar var. Var olmanın ne yaptığımızla, nasıl konuştuğumuzla, neye inandığımızla, nasıl göründüğümüzle hiçbir alakası yok. Bunlar hep insanların, toplumun, şehirlerin bizde oluşturduğu önyargılar. Birbirine değer vermek kadar güzel bir şey yok. Bu seni de, yanındakini de büyütüyor. Bir arada yaşıyoruz işte. Sırt çevireceğimiz yerde el ele tutuşmalıyız. Onu da Buluşmuşuz Aslında da anlatmaya çalıştım.”

Şarkının hikayesini açıklıyor. “Birbirimize daha az korkak yaklaşmalıyız. Bir konserde seyircilere ‘Elinizi açın,’ demiştim. İnsanların çok çekinerek, yavaş yavaş birbirine değdiğini ve o dokunmayla enerjinin bambaşka bir yere geldiğini gördüm. Hepimiz bir bireyiz. Yalnız geldik, yalnız öleceğiz. Bunu düşünüyorum. Ama o aradaki zamanda hep kesişiyoruz. Birbirimizi illa ‘yakından’ tanımamıza gerek yok. Ama kibar olmalıyız. Konuşabilmeliyiz. Belki tanışmıyoruz ama bir yerde buluştuk işte.”

Tam da bu bağlamda doğanın ve hayvanların nerede durduğunu soruyorum. Kurduğu o güzel dünyada onların yeri nedir? “Bir çeşit hayvan olduğumuza inanıyorum. Hayvanlara ve doğaya ne kadar yakın yaşarsak o kadar güçleniriz gibi geliyor bana. İlla fiziksel anlamda değil. Düşünsel ve iletişimsel olarak da yakın yaşamaktan bahsediyorum. Fakat daha gidilecek çok yol var gibi geliyor.” Tüm bunları söylerken bir yandan da aslında bunları yapmaya ne kadar uzak olduğumuzdan bahsediyor. Yaşadığı semti, Moda’yı anlatırken “Kurtarılmış bölge diyoruz ya, neden kurtarılmışız hiç anlamıyorum,” diyor. Parkı olan, doğası olan, hayvanlara ve insanlara saygı gösterilen bir yere ‘kurtarılmış’ dediğimizi vurguluyor. Doğalı, olması gereken bu değil mi zaten?

Söz semtinden açılmışken konu eşine ve evine de geliyor. Dilara Sakpınar, son zamanlarda herkesin büyük bir övgüyle bahsettiği BluTv dizisi Masum’un da yaratıcılarından olan Berkun Oya ile evli. Kendisi gibi sanatla uğraşan birisiyle birlikte yaşamanın nasıl hissettirdiğini soruyorum. “Yaratıcı birisiyle birlikte olmak insana moral ve güç veriyor,” diye yüzüne yansıyan bir mutlulukla söze başlıyor. “Bu çok değerli bir şey. O yüzden aynı evi paylaştığım birisinin böyle olmasından çok mutluyum. Fikir paylaşımı da yapıyoruz. Birbirimizi çok beslediğimiz kesin.”

Bu uzun sohbetimizin sonuna gelirken sözü yeniden ana konumuza, müziğin kendisine getiriyorum. Türkiye’deki mevcut üretimi nasıl değerlendirdiğini, gördüğünü soruyorum. “Pozitif görüyorum. Ama bence hala yolumuz var,” diye başlayıp, kelimelerini dikkatle seçerek cevaplıyor. “Daha yenilikçi olmalıyız. Sanki trendler takip ediliyor gibi bir durum oluyor bazen. Bu belki de güzel bir şeydir. Tabii ki hepimiz özgün olmak isteriz ve özgün olduğumuza inanırız. Ama bence hep birlikte sınırları biraz daha zorlayabilmeliyiz. Bunu yapanlar elbette var. Birbirimizden güç alalım. Ama ‘Ben Dilara olarak ne yapabilirim,’ diye de düşünmeliyiz.”

Bu olumsuz ülke koşullarının belki de tüm bu gelişimi tetiklediğine inandığını anlatarak bitiriyor sözünü Dilara Sakpınar. Öyle ya, Hazineler İçindesin tam da bu olumsuz koşulların içinden çıkan son derece olumlu ve kalıcı bir albüm. İçinde bulunduğumuz dönemin yükünü özellikle sözleriyle hafifleten çalışmalardan biri bu. İçindeki saklı hazineleri keyifle dinleyin.

Photo by Asya Çetin

Author: Alper Bahçekapılı

RELATED POSTS