Bazı fotoğrafçılar anı yakalarken Anton Corbijn personalar yaratır. Çalışmaları kuşaklar boyunca müzisyenlerin ve sanatçıların görsel dilini tanımladı; fotoğrafları yaşanan deneyimlere dönüştürdü. Modern müziğin görselliğinden
Onun kasvetli siyah beyaz fotoğrafçılığı, çalıştığı her özne için neredeyse bambaşka atmosferler yaratır. Her fotoğraf farklı bir hikâye anlatır. Çekimlerinde öylesine ham ve samimi bir yaklaşımı vardır ki sanatçının persona maskesini düşürür: Bizi onların en gerçek halleriyle yüz yüze bırakır.
Anton Corbijn bir fotoğrafçı değil sadece. O aynı zamanda bir filmci, çoğu zaman müzik grupları için bir creative director ve bir sahne tasarımcısı. Ama en önemlisi severek dinlediğimiz ünlü grupların görsel mimarı. Eserleriyle müzik ile görsellik arasında bir köprü yarattı. Depeche Mode ve U2 gibi gruplara kendi görsel atmosferlerini kazandırdı.
70’lerin başında, sadece bir müzik tutkunu olarak Hollanda’daki yerel konserlerde babasının fotoğraf makinesiyle müzisyenleri fotoğraflıyordu. Onun için fotoğrafçılık bir meslek değil, müziğe daha da yakınlaşmanın bir yoluydu. Müziğin mistik performansı onu büyülemişti ve bunu merceği aracılığıyla ölümsüzleştirmek istiyordu.1979’da Londra’ya taşınıp NME dergisinin fotoğrafçısı olmasıyla bu müzik tutkusu kariyere dönüştü: Joy Division ve Echo & The Bunnymen gibi grupları fotoğraflayarak kariyerine başladı.
“I make stars look interesting, not beautiful”
Anton Corbijn
Fotoğrafları, öznesi olan sanatçıların sahne ve sahne dışı kişilikleri arasındaki perdeyi kaldırarak çektiği her kareyi farklı bir hikayeye dönüştürdü. Tek bir kareyle bile birçok şey anlatabilen biri için, o karenin dışına çıkması elbette kaçınılmazdı: Böylece, müzik videoları yönetmeye başladı.
Eğer ‘90’lar müzik videosu estetiğini seviyorsanız, bunu muhtemelen Anton Corbijn’e borçlusunuz. U2 ve Depeche Mode’un çoğu müzik videosunu yönetti; Nirvana, Metallica, Joy Division, Red Hot Chili Peppers, Echo & the Bunnymen, Front 242, Coldplay, The Killers ve daha nicesiyle çalıştı. Onun kasvetli, son derecede dramatik ve bazen de ayinsel estetiği, bu grupların müziğiyle ve şarkılarının imgeleriyle kusursuz biçimde örtüşüyordu.
Müziğin onun için başlıca ilham kaynağı olduğu su götürmez. Bir grupla ve onların ses evreniyle sanatsal bir rezonansa girdiğinde işleri doruğa ulaşıyor. Corbijn’ın müziğe katkısı yalnızca müzik videoları, grup çekimleri, sahne fotoğrafları, müzisyen portreleri ya da albüm kapağı tasarımlarıyla sınırlı kalmadı. Merceğini aşarak, Depeche Mode ve U2 için sahne tasarımlarına da imza attı. Her bir şarkıya özel kurguladığı projeksiyonlarla bütünleşen bu sahneler, gruplarla spiritüel bir bağ kuruyor; konserleri neredeyse transandantal bir deneyime dönüştürüyordu. Dahası, bu performansları filme alarak, orada bulunamayanlara bile bu görsel-işitsel seremoniye tanıklık etme imkânı sundu.
Anton Corbijn’in müziğe kattığı görsel katmanlar, şarkılara çok boyutlu bir derinlik bahşediyor; onları yalnızca işitilen bir form olmaktan çıkarıp, izleyici tarafından yaşanan deneyimlere dönüştürüyor. Onun işlerinin bize bıraktığı asıl soru şu: Müzik tek başına ruhumuzu sarsabilirken, Corbijn’la birlikte bizi aşkınlığa taşıyabilir mi?