Something Surreal: Abdulla Elmaz

UnframedMay 9, 2019
Something Surreal: Abdulla Elmaz

Eğer “yaratmanın” ne demek olduğunu anlamak diye bir şey varsa, bunun cevabını ancak Abdulla Elmaz verebilir. “İnsanlar olarak hayatımız boyunca çeşitli acılar deneyimliyoruz ve ben bu acılarla başa çıkmak için bir yolum olduğu için çok şanslıyım.” O sanatın anlamını arayan bir sanatçı… Özgünlükle ilgili önemli bir konuşma başlatma niyetiyle, yeni bir soluk fikri üzerine olan çalışmalarıyla düşüncelerini ortaya koyuyor Elmaz.Gelecek vadeden bir sürrealist sanatçı olmayı hayal ederken, yaratıcılığını işlerine yansıtıyor. Acılarını kenara bırakıp, onları, serüvenini küçük bir objektiften yansıtmak için kullanıyor… Fikirlerine ve yaratıcı kişiliğine özgünlük katarak bizi yeteneğine hayran bırakıyor. Eğer kendine dürüst olursan, ne hissettiğin konusunda da tamamen dürüst olursun, bu aynı zamanda hislerini kendin ve başkalarıyla candan paylaşabileceğin anlamına geliyor… Abdulla Elmaz ile yaratıcılık serüveni hakkında konuşma zevkini tattık… Şimdi onunla tanışma sırası sizde… 

Sanatla olan yolculuğunuz sizi bir insan olarak nasıl değiştirdi?

Abdulla Elmaz: Beni özgürleştirdi, bir sanatçı olarak hayatımdaki acılardan büyük ilham alırdım ve sanat o acılardan kurtulmak için muhteşem bir yöntemdi ve iyileştirici bir deneyimdi. İnsanlar olarak hayatımız boyunca çeşitli acılar deneyimliyoruz ve ben bu acılarla başa çıkmak için bir yolum olduğu için çok şanslıyım. Şuan hayatımda acıların çok daha az yer kapladığını hissettiğim bir noktadayım ve beni bambaşka bir yere ve zamana, bana ait bir düşler diyarına götüren, fotoğraflar yaratmak istiyorum. 

Bir şeyler yaratmanızda en büyük ilham kaynağı olan anınız nedir?

Abdulla Elmaz: Gençken Annie Leibovitz tarafından çekilmiş bir sürü Louis Vuitton reklamı gördüğümü hatırlıyorum. Bir düş diyarı gördüğümü düşünürdüm ve bana her zaman ilham verirdi. Sonuçta lisede arkadaşlarımla ufak tefek fotoğraf çekimleri yapmaya başladım ve yaparken sadece eğleniyordum, 17 yaşımdan itibarense benim için bir tutkuya dönüştü. 

Jean Pierre Basquiat diyor ki: “Hiç sanat okuluna gitmedim. Okulda aldığım bütün sanat derslerinden de kaldım. Sadece bir şeylere bakardım. Ve işte sanatı böyle öğrendim, ona bakarak.” Fotoğraf çekerken gözlemin gücüne inanıyor musunuz? 

Abdulla Elmaz: 100%. Liseyi bitirdim ve ardından bir yıl mimarlık okuyup bıraktım. İki yıl reklamcılık okudum. Ve fotoğrafçılığın peşinden koşmak için onu da bıraktım. Ne fotoğrafçılık ne de sanat okumadım. Bildiğim her şeyi kendim öğrendim. Sayısız denemeler ve hatalarla bir fotoğrafı ebedi yapan şeyin ne olduğunu öğrendim. Olay, gözlerle bakıp zihinle hatırlamakta. Fotoğrafçılık tamamen şans işi. 

Sanat açısından en ilham verici bulduğunuz yüzyıl hangisi? Fotoğraf çekmek sizin için ne anlama geliyor?

Abdulla Elmaz: İlham almak için hiçbir zaman bir yüzyıla odaklanmadım. Pek çok farklı dönemden ilham alıyorum. Rönesans tablolarının verdiği hissi seviyorum. İçlerindeki soylu, kutsal, sakinleştirici havdan dolayı. Ayrıca Mısır sanatından da oldukça ilham alıyorum. Pozlar hep önden ancak kafalar tamamen yana dönmüş oluyor ki buna benim çalışmalarımda da sıkça rastlayabilirsiniz. Fotoğraf çekmek tamamen bir ruh hali ve duygu yaratmakla ilgili. Birini hazırlıksız yakalamak ve onlara bir şeyler hissettirmekle ilgili. Bir kamerasını olan herkesin fotoğrafçı olabileceği bir çağdayız bu nedenle fotoğraflarımı çekmeden önce onları iyice düşünmek ve kafamda çizmekten hoşlanıyorum. Fotoğraflarıma ikinci kez dönülüp bakılmasını işitiyorum. Akılda kalmalarını istiyorum. 

Bu kadar çok tüketimin olduğu ve her şeye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bu dünyada… Sizce dünya korkusuzluk hissini kaybediyor mu?

Abdulla Elmaz: Bana kalırsa her şeye ulaşma fikri yakında son bulacak ve yeniden zorlaşacak. Güçlü olan en tepede olacak ve geri kalanımız için korku etkisini göstermeye başlayacak. Sanat yaratmak zor ve benim için sürekli yeni bir şeyler düşünmek korkutucu. İnsanlar kariyerlerinde ilerlemek için tanıdıklarını kullanıyorlar. Bu da “Başarabilecek miyim?” korkusunu ortadan kaldırıyor. Çünkü elinizden tutan biri varsa, korkacak ne kalıyor ki? 

Sürekli özgün fikirler bulmaya devam etmek ne kadar zor? Özgünlük sizin işinizde olmazsa olmaz mı?

Abdulla Elmaz: Tabii ki. Bu sektörde öne çıkabilmek için özgün eserler yaratmalısın. Seni sen yapan şeydeki rutini ve motifi bulmalısın. Birinden alabileceğim en büyük iltifat “Bu fotoğrafı gördüm ve ismine bakmadan senin olduğunu anladım”. Bu, sektörde farkımla iz bıraktığım ve eşsiz bir tarzım olduğu anlamına geliyor. Haliyle mutlu oluyorum. 

İlhamı nerelerde ararsın? 

Abdulla Elmaz: Her yerde ve her şeyde. Uzayı, evrenle ilgili her şeyi ve genel olarak uzay kelimesinin kendisini bile seviyorum. Ayrıca zaman yolculuğunu, aydınlanma çemberini, zamanı dondurmayı (sıfır yerçekimi) da seviyorum. Fotoğraflarımda başka bir evren yaratmayı, fotoğraflara garip bir hava katmayı seviyorum. Bir diğer büyük ilham kaynağı müzik, yaptığım her çekim bir şarkıya ve o şarkıyı dinlerken neler hissettiğime dayanıyor. Müzikten o kadar ilham alıyorum ki bütün editoryallarımın ismini müziğe ihtafen koyuyorum. Müzik dinleyip bir çekimi düşünürken, fazla derine dalıp dinlediğim müzikte gördüğüm fotoğrafları hayal etmeye meyilli oluyorum. Son olarak en büyük ilham kaynağım bu dünyadan değil, rüyalarımdan. Rüya görmeyi ve rüyalarımda fotoğraflarımdaki gibi manzaralar yaratmayı seviyorum. Fotoğraflarıma insanların, sanki bir rüyadan yeni uyanmışlar da gözleri hala bulanık görüyormuş gibi bakmalarını istiyorum. Ve çalışmalarıma baktıklarında görecekleri bu olacak. Sürreal bir şeyler. 

Yazar, müzisyen ya da mimarlara, kendilerinden her altı ayda bir, ya da daha kısa aralıklarla, tamamıyla yeni bir şeyler yaratması istenen düzenlerin içinde çok nadir rastlanıyor. Yaratıcılık açısından bakarsak, en mutlu olduğunuz an hangisi? 

Abdulla Elmaz: Paralı işlerden ziyade kendi editoryallarımı yaptığım zamanlar. Esasen yeni ve özgün bir şey yaratmak istediğim için her altı ayda bir çekim yapıyorum. Ve çekim yapmak beyin hücrelerimi öldürüyor ve hepsini aynı anda yapamıyorum. Bu nedenle herhangi bir sanat türünde bir şey yaratıyorken zamana yaymak iyi bir şey. Mutluluğum pek çok şeye bağlı olabiliyor. 28 yaşımdayım ve hayatımda başımdan çok şey geçti ve gerçekten mutlu olduğumu söyleyebileceğim bir yaştayım. Çünkü sahip olduğum acının büyük bir kısmını işime akıttım. Yani mutsuz olmak için pek de nedenim yok. En mutlu olduğum anlar mutlu olmayı seçtiğim anlar. 

İzolasyon ve Bütünlük arasındaki gerilimle ilgili hislerin neler? Sektör giderek büyüyorken izolasyona çekilmemenin önemli olduğunu düşünüyor musun?

Abdulla Elmaz: İkisi hakkında da konuşabilecek biri değilim. Benim işim izolasyonla ilgili çünkü içimdeki acının nedeni izolasyon, bu sonuç olarak sanatıma da yansıyor. Yani izolasyona çekilmek benim için sorun değil çünkü bu benim bir parçam ve biz insanlar, olduğumuz kişiyi sahiden sevebilmek için yalnız hissetmeliyiz. Bütünlüğe gelecek olursak, dünyada olmak muhteşem bir şey
ve dünyaya bir kez geldiğimize ve tek bir şansımız olduğuna göre hepimiz bir bütün olmalıyız, birbirimize karşı değil. Hepimiz eşitiz. İkisinin arasında kalıyorum. Günlük yaşantımda bütünlüğe inanıyorum ancak işim bunun tam tersi ve bunu sorun etmiyorum. 

Farklı alanlarda pek çok yeni yetenek var. ‘Yeni Jenerasyon’ un dünyası hakkında ne düşünüyorsun?

Abdulla Elmaz: Bu konuda karmaşık hislerim var. Bazı yeni jenerasyon yetenekleri inanılmaz ve girdikleri her alanda muhteşem işler ortaya koyuyorlar. Diğer yandan, herkes her şeyi yapabileceğini düşündüğü için sektörler aşırı kalabalıklaşıyor. Bir fotoğraf makinen varsa, fotoğrafçısın. Güzel bir insansan, modelsin. Model olamıyor musun? O zaman ondan sonraki en iyi şey ol, bir influencer…. Liste uzayıp gidiyor. Hoşuma gidiyor mu? Hayır. Ben bir yerlere gelebilmek için çok çalışmak, tanınmak için öne çıkmak adına bir şeyler yapmak zorunda olduğumuz zamanları seviyorum. O dönemin süpermodelleri olan modeller vardı. O zamanın fotoğrafçıları ikoniklerdi, inanılmaz bir sanat yaratıyorlardı. O dönem ne yazık ki geçti ve sektör şimdi çok daha fazla insana açık ve o özel duygunun kaybolduğunu hissediyorum ve o kadar da yetenekli olmasalar bile, kimin tepeye en çabuk varacağını belirlemeye çalışan bir yarışa dönüştü. Artık olay kimleri tanıdığınla alakalı. Fakat keşke sanatın ve neler yapabildiğinle alakalı olsaydı. 

Author: Zeynep Sahin

RELATED POSTS