Portraying Acceptance

Arts & CultureOctober 7, 2018
Portraying Acceptance

Güvenli alanınızda olmak, evinizde hissetmek, hep birlikte huzurlu bir yaşamı tecrübe etmek… Bütün bu arzuları insanlarla paylaşmanın en etkili ve zengin yolu nedir? Yeni neslin ve fikirlerinin görünürlüğünün artmasına nasıl destek verilebilir? Çocukluğundan beri hikaye anlatıcılığının gücünden yararlanmak isteyen, prodüktör ve yönetmen Tamara Erbe ile sinemanın gücünü konuşurken, duyarlılığın sanata yansımalarına şahit oluyoruz. Teslimat görevlilerinin uzun mesai saatlerinden, mültecilere; kimlik kavramından, kadın haklarına kadar uzanan günümüz meselelerini en samimi şekilde ele alan Erbe, kabul etmenin ve edilmenin önemini de bizlerle paylaşıyor.

“Yapımcılığa karar verdiğimde kendi neslimin de sesi olmaya karar verdim.”

Tamara Erbe kimdir? Yapımcılık ve yönetmenlik yolculuğunuz nasıl başladı?

Ben Berlin’de yaşayan bir film yapımcısıyım. Bu yolculuk… Aslında şu an film yapıyor olmam son derece tesadüfi bir gelişmeydi diyebilirim. Ama hikaye anlatma aşkı zihnimin bir köşesindeydi hep. Hikayelerin gücüne ve önemine hep inandım. Küçüklüğümden bu yana hep hikaye anlatmak istedim ama bir gazeteci, yazar veya fotoğrafçı olurum diye düşündüm. Film çalışmaları okumaya başlayınca bir hikaye anlatma aracı olarak filmden o kadar etkilendim ki bunun benim yöntemim olduğunu anladım. Araç anlamında oldukça zengin bir medyum bu. Görüntü, hareket, ışık, oyuncular, müzik ve hatta genel anlamda ses, metin… Hepsini kullanabiliyorsunuz. İzleyicide çok büyük duygular uyandırıp bunları paylaşabiliyorsunuz. İnsanlara çok açık; iletişim kurabileceğiniz büyük bir izleyici kitleniz var. Harika bir şey bu.

Yapımlarınızda hep siyasi dokunuşlar yer alıyor. Sizi neler motive ediyor? Ne tür duygular yansıtmak istiyorsunuz?

Benim için sanat tüm dünyayı yansıtan ve bu süreçte onu şekillendiren bir şey. Dünyada olup bitenlere dair kesin bir fikir sahibi olmanın fazlasıyla önem taşıdığı bir dönemde yaşıyoruz. Yapımcılığa karar verdiğimde kendi neslimin de sesi olmaya ve sesimizi duyurmak için ne gerekliyse yapmaya karar verdim. Etrafımızda bir değişim var; bunun bir kısmı iyi, bir kısmı da kötü. Değişimin bir parçası olmak, olan biteni yalnızca izlememek çok önemli. Tüm dünya bağlamında kendi jenerasyonuma, bize sağladığı araçlara inancım tam ve hayatta kalabilmek için buna ihtiyacım var. Sinema da bağ ve iletişim kurabilmenin yollarından biri. Bu gücün son derece farkındayım.

Netflix’teki birçok dizide azınlık gruplardan karakterler görüyoruz. Popüler kültür yapımlarında insan haklarına dair anlayışın her zamankinden daha fazla görünür olduğu bir dönemdeyiz. Çok kültürlü yapımlara bu değiş hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence bu çok önemli bir gelişme. Film yapmaya başlamadan önce çok kültürlülük yönetimi okumak istiyordum. Bu konu çok ilgimi çekiyor. Özellikle bir film yapımcısı veya sanatçı olarak, beyaz ve heteroseksüel bir erkeğin dünya görüşüne alıştığımızı bilmek çok önemli. Ama tek bakış açısı bu değil. Bence diğer tüm hikayeleri görünür kılmak hepimizin görevi. Son yıllarda bunun başladığını görüyoruz ama bu yeterli değil. Siyahi bir genç kız filmlerde siyahi ve güçlü bir kadın göremezse, kendini böyle bir kadın olarak hayal etmek onun için zor olabilir. Bu nedenle halihazırda var olan bu görüşleri göstermek çok önemli. Daha büyük bir varlık kazanabilir ve bunu filmlerimizle sağlayabiliriz.

Günümüz ekonomisi işlerinize nasıl yansıyor? Belgesel projeniz “Ride Like Lions”den bahseder misiniz?

Döndü Kılıç’ın yöneteceği “Ride Like Lions” projemiz platform kapitalizmiyle alakalı bir yolculuk. Bana ekonomikten ziyade de siyasi bir hareket bu çünkü kurye görevlilerinin sendikalarının kuruluşuna odaklanıyoruz. Bu proje benim için çok önemli çünkü hakları için mücadele eden ve gelecekte bir iz bırakmaya çalışan genç bir jenerasyonu gözler önüne seriyor. Bunu çok takdir ediyorum ve mümkün olduğunca fazla insanla paylaşmak istiyorum. Direnişin, birlikteliğin ve bir etki bırakmak, değişime önayak olmak isteğinin büyük gücünü sergiliyor.

Size ilham veren bir filmin en önemli unsurları nelerdir?

Duygular. (Tüm duyularıyla bir dünya kurmak, önemsediğiniz bir hikaye anlatmak ve güçlü bir konuya sahip olmak. Niyeti açık olmalı. Ve günümüzle bir bağ kurmalı.)

Bowie’nin “kültürel fantezi” olarak tanımladığı bir şehirde yaşıyorsunuz! Berlin’i nasıl tanımlarsınız? Neden yaşamak ve okumak için Berlin’i seçtiniz?

Berlin’e ilk geldiğimde, daha havalimanında evimde gibi hissettim. Nihayet olmam gereken yerdeydim. Bunu başka hiçbir yerde hissetmedim. Şehrin çok kültürlülüğünü hep sevdim ve hala da seviyorum. Burada herkes için yer var. Herkes sorunsuzca bir arada yaşıyor. Kocaman bir hoşgörü bulutu gibi.

Başka yerlere seyahat edip geri döndüğümde, evime giden otobüse bindiğim zaman hep çok şanslı ve sakin hissediyorum. Buraya aitmişim gibi hissediyorum ve bu beni çok mutlu ediyor.

Goethe Enstitüsü’nde de sergilenen “HISTORIA MAGISTRA VITAE” filminiz de taşınma/yer değiştirme hikayesi anlatıyor. İşinizin arkasındaki hikaye nedir?

HMV göç ve Avrupa’ya varmayla alakalı bir internet dizisinin bir bölümüydü. Benim için taşınmanın ve yer değiştirmenin yeni bir şey olmadığını göstermek önemliydi. İnsanlık tarihinde hep var olan bir şeydi ama siyaset tarafından rahatça suistimal edilebiliyor.

Ben İsviçre’de büyüdüm; oldukça varlıklı bir ülkeydi. Orada doğduğum için şanslıydım ve bunun için gerçekten minnettarım. Ama bu durum, doğuştan benim kadar şanslı olmayan insanlara karşı bana bir sorumluluk da yüklüyor. Ben de bunu filmlerle gerçekleştirmeye çalışıyorum.

Bir sonraki belgeselim de taşınma/yer değiştirmeyle ilgili olacak. Ama bu kez ailemi konu alıyor.

Hayal ve gerçek arasındaki fark sizce nedir?

Bir fark var mı ki? Belki kurguda kendi gerçekliğinizi kurabilirsiniz.

Kadın hakları anlamında Avrupa ve Orta Doğu’yu nasıl kıyaslarsınız?

Zor bir soru. “my stealth freedom” adlı bir belgesel projesi üzerine çalışıyorum. Başlangıçta, İran kadınlarını anlatmak istedim çünkü Batı toplumunda “bastırılmış Orta Doğulu kadınlara” dair bir imge söz konusu. Ama aslında meclisteki kadınların sayısı İran’da Almanya’dakinden fazla. Umman’da gördüğüm İranlı kadınlar oldukça güçlüydü ve bu “baskı görmüş” imgeye uymuyordu. Alman kadınlarsa genelde yansıtıldıkları kadar bağımsızlar. Ben de İranlı kadınları bu kadar güçlü kılanın ne olduğunu ve onlardan neler öğrenebileceğimizi görmek istedim. İran’da çekim yapmaya başladıktan sonra da çok daha fazlasını göstermek istediğimi fark ettim. Benimle aynı nesilden olan, dünyanın dört bir yanındaki kadınlarla alakalı bir film çekmek istiyordum. Çünkü birbirimizden bir şeyler öğrenebilir ve birlikte mücadele edebiliriz. Bizim neslimiz ortak bir dile (İngilizce) ve dünyanın dört bir yanında da olsalar rahatça iletişim kurabilme imkanına sahip. İstanbul, Tahran ve Berlin’de yaşamamıza rağmen aynı dizileri izliyoruz, aynı müzikleri dinliyoruz. Umutlarımız ve hayallerimiz aynı. Dünyanın dört bir yanında kadın haklarında birçok farklılık söz konusu. Oy kullanabildiğim ve istediğimi giyebildiğim bir Batı ülkesinde yaşadığım için şanslıyım ama hala erkeklerle eşit hissetmiyorum. Dünyadaki kadınların bir araya gelmesi gerek artık. Fikirlerini paylaşmalılar ki birlikte mücadele edebilelim. Çünkü ancak birlikteyken güçlüyüz.

Zihninizi boşaltmanın en iyi yolu sizce nedir?

Tercihen deniz kenarında, dağda veya ormanda yürümek. Bir de trenle seyahat etmek. Manzaranın yanı başımdan geçip gittiğini görmek harika bir his.

Simi ve rahat giysileri sevdiğinizi biliyoruz! Stil kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?

O gün canım ne giymek istiyorsa onu giyiyorum. Simli giyinmek istiyorsam simli ayakkabılarımı giyiyorum. Rahat giyinmek istiyorsam spor ayakkabı giyiyorum. Ama rahat hissetmek benim için hep çok önemli. Sanırım bu konuda bir kimliğim yok. Birçok kimliğim var. Hepsini sergilemekten korkmuyorum. Daha önce de dediğim gibi, hikaye anlatmayı seviyorum ve bazen bunu giysilerimle yapıyorum.

“Burada herkes için yer var. Herkes sorunsuzca bir arada yaşıyor. Kocaman bir hoşgörü bulutu gibi.”

İstanbul’u bir film olarak nasıl tanımlarsınız?

İstanbul tam bir film tutkunu. Farklı insanları, mimarisi, yapıları ve renkleri var. Ama tek bir filmle anlatmak çok zor.

Bir kedi ordusunu yöneten ve İstanbul’daki azınlıkları özgürleştiren bir süper kadın hakkında çizgi roman yapmak istedim hep. Zihnimde bir resmi bile var. Mavi saçlı ve patenli bir süper kadın.

Ama şehirdeyken tamamen farklı bir film hayal ediyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi, kendi jenerasyonumla ilgili bir film olurdu bu. İstanbul’da yaşayan ve benimle yaşıt birçok insan tanıyorum ve hepsi beni çok etkiliyor. Takdir ettiğim, inanılmaz bir kuvvete sahipler. Bir de yaşadıkları dünyaya karşı duyarlılar. Bol bol koşu, dans, sevgi ve mücadelenin olduğu bir film olurdu muhtemelen.

Author: Ozan Tezvaran

RELATED POSTS