Kaosun içinde güzelliği kucaklamak

UnframedMay 11, 2020
Kaosun içinde güzelliği kucaklamak

COVID-19 kentsel yaşamı yeniden şekillendirdi ve insanlar sosyal mesafe kurallarını uygularken, birçok sokak boş kaldı. Ve bizler İstanbul’un güzel, şiirsel ve kaotik sokaklarını ne kadar çok özlediğimizi düşünürken, İstanbul merkezli bir Rus fotoğrafçı olan Kira Gyngazova, gizli çekim fotoğrafları ile imdadımıza yetişiyor. Kira’nın fotoğraflarıyla beraber, anılarımızda bir yolculuğa çıkalım ve Kadıköy feribotunda çayımızı yudumladığımız günü hayal edelim. 

Bir fotoğrafçı olarak, şimdiye kadar olan yolculuğundan biraz bahsedebilir misin? Fotoğrafçılığa nasıl başladın? Kendini ilk ne zaman bir sanatçı olarak görmeye başladın?

Bir tutku olarak fotoğraf çekmeye 3 yıl önce, yani Bangkok’a taşındıktan sonra başladım. Şehir, çeşitliliği ve köşe bucak ortaya çıkan sayısız hikayesi ile beni çok etkiledi. Renkleri, yoğunluğu ve absürt sokak hayatı… Şehri kendi gözümden, fotoğraf ile ifade etmekten kendimi alamadım. Bol bol yürümeye başladım, binlerce fotoğraf çektim ve hepsi sorunsuz bir şekilde, çevremdeki şeyleri, onları gördüğüm şekilde fotoğrafa aktardığım “Fragments” projemde toplandılar. Çağdaş kentsel heykeller ve kaosun içinde güzelliği kucaklamak… Bu, Fransa ve Türkiye’de seyahat ederken de yapmaya devam ettiğim bir projeydi. Bunun dışında, arkadaşlarımla bir sürü sokak fotoğrafçılığı ve kişisel projeler yaptım.

Fotoğraftan önce sanat ile ilgili işlerde çalıştım ama hiçbirinin tam olarak içine giremedim.  Ancak fotoğrafçılığa tam zamanlı başladıktan sonra dünyadaki yerimi buldum ve bir ahenk yakaladım. Kendimi bir sanatçı olarak düşünebileceğime dair inancımın hala çiçek açtığını ve geliştiğini hissediyorum. 

Pasif bir gözlemci, aktif bir belgeselci ya da sadece hayattaki doğru anları yakalayan biri misin? Yaptığın işi nasıl tanımlarsın?  

Dünyayla iletişimde her zaman iki taraf vardır: Gerçekliğin nesnelliği ve kendi öznel algımız. Yani, her fotoğraf, nesnel gerçekliğin, daha önce pek çok şeyi gören, okuyan ve düşünen aklımdan filtrelenip oluşturduğu kendi dünya görüşüm. Her zihin bu şekilde birbirinden farklı ve mesela bir sandalye düşünün, gördüğümüz sandalye tamamen aynı olmasına rağmen, gören bir diğer kişi benim gördüğümden tamamen farklı bir şey görür.  Daha spesifik olarak, neden boş bir sokağa atılmış bir sandalyenin fotoğrafını çekeyim? Anında yokluğun varlığı hissini çağrıştırıyor bende.  Kimsenin oturmadığı sandalyenin, birinin hayatının bir parçası olduğunu, kime ait olduğunu, oraya nasıl geldiğini filan hayal etmeye başlıyorum. Bu aynı zamanda tüketicilik sorusunu da gündeme getiriyor; ne kadar eşya alıp, artık onlara ihtiyacımız olmadığında sokağa atıyoruz? Yani o anda sadece sandalye değil, tüm hayatımız. Bu algı çeşitliliği muhtemelen fotoğraf çekmemdeki en büyük nedenlerden biri. Bir sandalyeye bakış açımı ifade etme ihtiyacı mesela :)  

Fotoğrafçılığında hikaye anlatımı ne kadar önemli? Fotoğraflarının kuvvetli bir hikaye aktarmasını nasıl sağlıyorsun?

Geçenlerde Gabriel Garcia Marquez hakkında bir röportaj okudum, yazar eserlerinin okullarda yorumlanma şekline gülüyordu. Öyle ki insanlar hikayelerindeki basit şeylerden farkı anlamlar çıkarıyorlarmış. Örneğin bir tavuğun kazara tüm evrenin sembolü olması gibi. Bunu, verilmek istenen bir mesaj olmadığında bile hikayelerin zihinlerimizde nasıl yaratıldığının bir göstergesi olarak algıladım. Sanat sevgim büyük ölçüde bundan kaynaklanıyor ve fotoğraflarla aktardığım fikir ve hikaye, izleyicinin zihninde tamamen farklı bir hikaye oluşturuyor.  

İnsanlara basit şeylere biraz daha dikkatli bakmaları ve güzel tanımlamasının sınırlarını genişletmeleri için ilham verebilmeyi umuyorum.

İstanbul’a ayak bastığında ilk düşüncen neydi?  

Sanırım ilk andan itibaren İstanbul’a aşık oldum. Neyse ki, Airbnb ev sahibim Ali, çok dikkatli ve düşünceli biriydi ve kaldığım süre boyunca her şeyin asla hayal edemeyeceğim kadar basit ve rahat olmasını sağladı. İlk izlenimimi bu şekillendirdi ve burada kaldığım süre boyunca beni mutlu bir ruh halinde tuttu.

Her şehrin kendine ait bir kişiliği, tarzı ve insanları ağırladığı eşsiz bir yolu var. İstanbul’u nasıl tanımlarsın? 

İstanbul’un bana bu denli içten davranmasından çok etkilendim. Binaların soluk renkleri, benden daha sağlıklı görünen ve her köşede insanın karşısına çıkan sokak kedileri, canlı sokaklarda oturan insanlar, her köşeden gelen müzik, kültürlerin çeşitliliği, yüzlerce martı tarafından takip edilen eski moda feribotlar, (tepelere tırmanmanın ödülü!) görmeyi beklemediğiniz, İstanbul’un tüm güzel manzaraları… Bu karışım İstanbul’u çok eşsiz ve unutulmaz kılıyor. 

İstanbul’da seni mutlu eden özel bir yer var mı? En sevdiğin semt neresi?

Cihangir ve Moda’yı seviyorum. Cihangir bence biraz Lizbon’a benziyor, çok sanatsal. Belki size banal gelecek ama küçük yerel kafelerde oturup geçen insanları izlemeyi çok seviyorum. Fotoğraf çekmek içinse, hayatın daha gerçek ve daha az cilalı olduğu uzak semtlere gitmeyi tercih ediyorum.  Geçenlerde Alibeyköy’den çok etkilendim ve orada müthiş fotoğraflar çektim.

İstanbul’da fotoğraf çekmeyi en sevdiğim yerler, çay içip tavla oynayan erkeklerle dolu kahveler. Gerçekten büyüleyici ve hayatımda hiç görmediğim bir şey. Onlara sinematik sahneler diyorum. 

Sokakta fotoğraf çekerken, deklanşöre basman için çerçevede ne görmen gerekiyor?

Her zaman farklı bir dürtü bu, kelimelerle tarif etmek zor. Sanırım günlük hayatımızdaki absürtlüğün büyüsünü seviyorum ve umarım bunu ifade etmeyi başarıyorumdur. Yürürken her zaman etrafımdaki şeylere dikkat ederim, insanların halka açık yerlerdeki davranışlarına, çeşitli nesnelerin sokaklardaki rastgele dağılımlarına ve çevreleriyle etkileşimlerine, kumaşlara, unutulan gözlüklere, eski ayakkabılara, aslında bir zamanlar birilerine ait olan ama artık ihtiyaç duyulmayan, yani kullanışsız, çöp olmuş, atılmış şeylere. Mesela İstanbul’da fotoğraf çekmeyi en sevdiğim yerler, çay içip tavla oynayan erkeklerle dolu kahveler. Gerçekten büyüleyici ve hayatımda hiç görmediğim bir şey. Onlara sinematik sahneler diyorum. Hayata bakış açısı, çocukluk ve gençliğinde gördüğü filmler tarafından şekillenmiş bir sinemakoliğim.

Çalışmalarının izleyiciler üzerinde nasıl bir etki bırakmasını istiyorsun? Fotoğrafların ile ifade etmeyi amaçladığın şey nedir?

Bence ilk amacım oldukça egoist. İnsanlara gerçekliği nasıl algıladığımı, günlük hayatımız hakkında ne düşündüğümü, dikkatimi çeken şeyleri ve belki de kim olduğumu iletmek istiyorum. Bunun dışında, çalışmalarımın insanların yaratıcı sürecinin bir parçası olabilecek duyguları ve yeni algıları uyandırmasını istiyorum. Tükettiğimiz her şey -kitap, sanat, sinema- biz farkında olmasak bile hayatımızı ve zihniyetimizi etkiliyor. İşlerim aracılığıyla izleyicilerle kalıcı diyaloglar kurma fikrini çok seviyorum. Bizi çevreleyen şeyleri gerçekten “görmediğimiz” bir ortama ve rutine çok kolay bağımlı oluyoruz artık. İnsanlara basit şeylere biraz daha dikkatli bakmaları ve güzel tanımlamasının sınırlarını genişletmeleri için ilham verebilmeyi umuyorum.

Sence Coronavirüs fotoğrafçılık sektörünü nasıl etkileyecek?

Bunu söylemek zor, ama bu durumun birçok yaratıcının bakış açısını değiştirdiğini görüyorum ve çoğumuz yaratma eyleminin her koşulda gerçekleştirilebileceğini keşfediyoruz. Yaratıcı olmak için belirli bir yerde bulunmak zorunda değilsiniz. Değişim her zaman daha iyiye doğru oluyor.  Belki şu an için bunu görmek zor, ancak krizler yeni fikirler doğurur ve zihnimizi konfor alanlarımızın dışına çıkarır. Bana şahsen, sanal seyahat hakkında yeni bir proje yapmak için ilham verdi. Hiç gitmediğim birçok ülkede Google Street View kullanarak bir dizi sokak fotoğrafı çektim. Bu deneyim beni tamamen etkisi altına aldı ve şimdi muhtemelen asla gitmem dediğim yerlere gitmek için daha çok motivasyonum var.

Author: Selen Kırtıl

RELATED POSTS