Bir kuşağın bireysel temsili: Berkcan Güven

UnframedMay 21, 2020
Bir kuşağın bireysel temsili: Berkcan Güven

Sadece YouTube’da dört milyonu aşan takipçi kitlesi ile, bir kuşağın eğlence ve mizah anlayışını hatırı sayılır bir zamandır temsil ediyor Berkcan Güven, nam-ı diğer BEGE. Parçası olduğu, Türkiye’deki ilk kuşak ‘internet ünlüleriyle’ birlikte içine doğduğu bu dijital dünyada kendi dilini oluşturuyor. Gündelik hayatın bir tür ‘fast-food’ mizaha dönüştüğü, hızlı, çabuk tüketilebilir bu dil elbette herkese hitap etmiyor. Fakat Berkcan Güven’in kendisi de, sınırları olmadığını düşündüğü mizaha böyle bakıyor. “İyi ya da kötü şaka vardır” diye anlattığı mizah anlayışını, kimsenin düşünceleri ya da şakaları yüzünden zan altında kalmamasını hayal ettiği bir özgürlük alanında görüyor. Kendini devamlı olarak sorgulasa ve birçokları gibi hayattaki yeterliliğinden bazen şüpheye düşse de, kararlı bir cesaretle üretim yapmak istediği her alana atılıyor. Müzik de bunlardan bir tanesi. Şu sıralar dördüncü şarkısı Spacejump’ı yayımladı. Takdir görmek umurunda olsa da, beğenilmemekten çok fazla korkmuyor. Müziği hakkında mutlulukla konuşurken ve onu öven isimleri sıralarken, bir yandan da “AutoTune diyecekler ama takmıyorum” diyor. Kafasına esen her şeyi, kafasına göre yapan bir kuşağın temsilcisi Berkcan Güven. Sadece YouTube’da yedi yüz milyona yaklaşan izlenme rakamları ile küçük bir medya devi olan bu karakterin dünyasını ve hayata bakışını anlamaya çalıştık.

İçeriklerini takip eden milyonlarca insan var. Senin için her şey nasıl başladı? Bu işlere ilk giriştiğinde aklında neler vardı?

Çok asosyal bir çocuktum. Bu beni dış dünyadan uzaklaştırıp sosyal medyaya yönlendirdi. Okulumdaki ve Facebook’taki bazı (internet) sayfalarının yönetimini ben yapardım. Küçük bir kameram da vardı. Her şeyi onunla öğrendim aslında. İlk başladığımda “Bu bir şeye dönüşecek mi?” sorusu kafamda yoktu. Vine çıktığında “Burada bir şey yapabilirim” dedim ve kararlılıkla ilerledim.

Kuşağındaki birçok insan içerik üretmeye, içerikle var olmaya çalışıyor. Fakat nadiren senin ulaştığın kitlesel büyüklüğü yakalayabiliyorlar. Sence bir içerik üreticisi olarak seni ayrıştıran şey nedir?

Ben bunu hiçbir zaman meslek olarak görmedim. Ne kadar çok video çekerseniz o kadar çok para kazanıyorsunuz. Ama ben hiçbir zaman paraya ihtiyacım varmış gibi, bunun için yapıyormuşum gibi bir algı yaratmadım. Cristiano Ronaldo’yla video çektim, sonrasında 3 ay video atmadım. Çünkü yapmak istemiyordum. Her insanın üretim şekli farklıdır. Ben bir süre biriktiriyorum, sonrasında paylaşıyorum. Sürekli bir şeyler yapmaya çalışmak da samimiyetsiz geliyor. Bir Berkcan Güven karakteri oluştu. Nasıl bir karakter bu? Dışarıdan bakıldığında umursamaz, eğlenceli bir karakter. Sonrasında bir de müzik yapmaya başladı. Ama tüm bunlar nereye gidecek? Benim de fikrim yok aslında.

“Çok asosyal bir çocuktum. Bu beni dış dünyadan uzaklaştırıp sosyal medyaya yönlendirdi.”

Yarattığın bu karakter kurgu mu, yoksa senin gündelik hayatınla da örtüşüyor mu?

Bir yerden sonra o ayrım kırıldı. Erken yaşta bir şeylere sahip olunca bazı şeyleri tam olarak oturtamamaya başladım. Kişisel hayatımda ben acaba böyle bir insan mıyım? Böyle olmak zorunda mıyım? Sonrasında karar verdim. Berkcan Güven karakteri sosyal medyada yaratılan bir karakter. Çünkü ben öyle bir insan değilim. Kayıt tuşuna bastığınız anda, bu bir ‘eğlence’ olduğu için insanları eğlendirmeye yönelik bir şeyler üretmeye çalışıyorsunuz. Beyniniz de öyle işliyor. Sosyal medyada nasıl ilgi çekici olunur? Bunları düşünüyorsunuz. Üzüldüğüm, depresyona girdiğim, “Ben aslında böyle biri değilim, duygusalım fakat insanlar bunu görmüyorlar” dediğim de oldu. Bu yüzümü göstersem de “Aa salağa bak” derlerdi. Genel tabloya baktığımızda, Türkiye’deki sosyal medya kullanıcılarının çok düşündüklerini de sanmıyorum. Artık kafamda böyle bir algı oluştu.

Yaptığın işin neticesinde kendinle ve çevrenle ilişkin nasıl değişti?

Bana yetersiz olduğumu söyleyen bir baba tarafından büyütüldüm. Bundan şikayetçi değilim, babamı çok seviyorum. Ama böyle bir kırbaçlama yöntemiyle beni büyüttüğü için bende bir tatminsizlik var. Mesela işte Ronaldo’yla video çektim ama ondan sonra ne yapacağımı da bulamıyorum. Bir yerden sonra ailem “Ne yapıyorsan doğrudur’’ diye düşünme başladılar. Beni ailenin bir çocuğu değil de ferdi olarak görür oldular. Arkadaşlarımın da hepsini sosyal medyaya başlattım. Başlattım demeyeyim, sonuçta işimde bana yardımcı oluyorlardı. Fakat şimdi hepsi bir şekilde geçimlerini kazanıyorlar. Bundan dolayı gururluyum.

Nasıl bir kitleye hitap ediyorsun? Takipçilerinin genel profili hakkında neler biliyorsun?

Çocukların takip ettiği söyleniyor. Ama biz daha çok gençliğe hitap ediyoruz. 13-22 diyebiliriz. “Acaba insanlar tanıyorlar mı?” diye bir refleksimiz de olduğu için, üniversitelere gittiğimizde insanların bakışlarından da (yaş grubunu) anlayabiliyoruz.

“Sürekli bir şeyler yapmaya çalışmak da samimiyetsiz geliyor. Bir Berkcan Güven karakteri oluştu. Nasıl bir karakter bu? Dışarıdan bakıldığında umursamaz, eğlenceli bir karakter. Sonrasında bir de müzik yapmaya başladı. Ama tüm bunlar nereye gidecek? Benim de fikrim yok aslında.”

Kitlene karşı bir sorumluluk hissediyor musun? Onlarla düzenli bir paylaşım içerisindesin. İçerik üretirken neleri gözetiyorsun?

Eğer eğlenmişsem, videoyu da paylaşırım diye düşünüyordum. Aslında mottomuz hep buydu. Ama sonradan çok linç yemeye başladık. Ben de artık sosyal medyadan kendimi -en azından video konusunda- biraz uzaklaştırmaya karar verdim. Çünkü insanlar düşündüğünüz şeyi başka yere çekebiliyor. Bir videomda Koreli bir arkadaşımıza “Sizin neyiniz var” diyorum. “Samsung’umuz var” diyor. Ben de masaya yerli ve milli deterjan Boron’u çıkartıyorum. “Bizde de bu var” diye. Sonrasında haberler çıktı. İnsanlar gelip beni bir deterjan için tehdit etmeye başladılar. Çok da fazla takmamak lazım ama gözlerimizi kapatamıyoruz işte. Sizi silmeye bahane arıyorlar. Bence Türkiye’de insanlar eğlenemiyorlar. Eğlenemedikleri için de eğlenen insanları görünce ister istemez rahatsız oluyorlar.

Sizler, senin içinde bulunduğun kitle nasıl eğleniyor? Bunu üretimlerine nasıl yansıtıyorsun?

Yakın arkadaşım Efe ile yaptığımız bir video konsepti var. İzleyenler bize sürekli şöyle şeyler yazıyorlar; ‘‘O kadar eğleniyorsunuz ki kendimi lise, üniversite dönemlerine dönmüş hissediyorum.’’ Benim on senelik arkadaşlarımla sohbeti pinpon topu gibi döndürmemizdir belki de eğlenmek. Babam da televizyon sektöründe olduğu için bana çok yardımcı oldu. Her videomda yer aldı bir şekilde. İnsanlar bunları gördükçe dedi ki ‘‘Aaa bu çocuk normal. Bizim ailemizden biri gibi.’’ Türk evleri genelde kalabalık olur. Böyle bir ailede büyüdüğüm için bizim ev hep sirk gibiydi. İlk zamanlarda bununla ilgili paylaşımlar yapıyordum. İçinde bulunduğum durumu avantajlı kullandım. Aslında tek olay buydu.

“İçerik üretiminin tekrar başa döndüğünü düşünüyorum. Biz ilk çıktığımızda Vine vardı, şu an olay TikTok’a kaydı.”

Bir video yaparken, var olduğun platformların kendisi özgür gözükse bile, Türkiye’nin koşullarını da  gözeterek kendini sınırladığın oluyor mu? Sıkıntılar yaşadığın oluyor mu?

İnsanlar senaryoyla gerçeği tam ayrıştıramadığında böyle şeylerle karşılaşmak mümkün. Aslında ben orada oluşturduğum bir karakterin içinde bu vahşiliği, sert dili kullanıyorum. Bu tam algılanmayınca bence bir yerden sonra linç başlıyor. Bence biz YouTube’ta parlayan ilk jenerasyonduk. Orkun Işıtmak, Enes Batur, Reynmen ve diğer YouTuber arkadaşlarla beraber… Biz o ilk jenerasyon olduğumuz için aslında biz ne yaptıysak, normali oymuş gibi bir algı da oluştu.

Sosyal medyada yer alan bazı paylaşımların kültürel derinliğiyle dalga geçtiğin içeriklerin de var. Bu türden bir içerik anlayışı sence toplumun genelini nasıl bir yere götürüyor? Belli tarzdaki videoları salt bir eğlence olarak mı görmeli? Yoksa bir sorumlulukları da var mı?

Kendimizle de her zaman dalga geçiyoruz. Eğer ki bir hata yapıyorsam, biri benimle dalga geçiyorsa, bu tamam. Kendimle barışığım. Fakat Türkiye’de sosyal medyada toksik bir kültür oluştu. Bu toksik kültürde düşünce, fikir olmadan sadece karşı tarafın moralini bozmaya yönelik şeyler yapıyorlar. Mesela Twitter artık öyle bir durumda ki, kötü fikirlerin bir çöplüğü haline dönüştü. Başka hiçbir şey yok yani. Sosyal medyada bir şey paylaşırken neyin, nereden geleceğini çözebildiğim için artık dengeyi yakaladım. İçimde bastırıyorum, nefrete dönüştürmüyorum hiçbir şeyi.

Üretiminin merkezinde mizah var. Sence mizahın bir sınırı var mı?

Bence mizahın sınırı yok. Kötü ya da iyi şaka vardır. Benim düşüncem bu. Kimse bir şaka yaptığı, video çektiği ya da bir şarkı yazdığı için içeri atılmamalı. Bir şarkıyı yapan, filmi çeken herkese hitap etmek zorunda da değil. Mesela şu sıralar popüler diye örnek vereyim, Cinayet Süsü’ndeki bir sahneye arkadaşım çok güldü. Ben hiç gülmedim. “Bu komik mi gerçekten” dedim. Bir anısı olduğu için güldü ama ben aynı şeyi yaşamadığım için “Bu film kötü” de diyemem. İnsanlar bunu yaptıklarında bence biraz kolaya kaçmış oluyorlar.

Dünyadaki içerik üretim şekillerini ve trendlerini Türkiye’dekilerle karşılaştığında sizler nasıl farklılaşıyorsunuz?

Ben genelin çok farklılaştığı nokta olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de herkesin kolaya kaçma huyu var. Bizim de zamanında yaşımız çok küçük olduğu için tamamen tüketilebilir içeriğe yüklendik. Fakat birilerinden etkilenmeden, kendimize has güzel şeyler yaptığımızı da düşünüyorum. Ama Türkiye’de YouTube konusunda kimse bunu aramıyor bence. ‘‘Bu haftaki videoyu çekelim, oradan altı yüz, yedi yüz dolar kazanalım, sonra diğerine geçelim, bizi zorlamasın” diye düşünüyorlar. Böyle olunca da klişeler kullanılıyor. Herkes aynı içerikleri yapıp önümüze koyuyor.

İçerik üretimi sence nasıl bir evrim geçirdi?

İçerik üretiminin tekrar başa döndüğünü düşünüyorum. Biz ilk çıktığımızda Vine vardı, şu an olay TikTok’a kaydı. Bu iki platformun video süreleri de benzer. TikTok şu an dünyanın en çok kullanılan uygulaması, Instagram’la yarışıyor. İnsanların kafasını dağıtabileceği bir oluşum haline geldi. Dünyada popüler olan şarkıların hepsi TikTok’tan çıkıyor. Neler olacak çok merak ediyorum. Ben de hep yakından takip etmeye çalışıyorum.

“Benim için müzik de içerik gibi. Bir sanat gibi düşünmüyorum.”

Dünyadaki tüm içerik dağıtımını birkaç büyük teknoloji şirketi yönetiyor. Sence bu güç içerik üreticilerin kendisine nasıl yansıyor?

İnsanların algısı bir tarafa doğru kayıyorsa biz de kayıtsız kalamıyoruz. ‘‘Hayır ben TikTok’da olmayacağım’’ diyemiyorsunuz. Bunun yanı sıra, ben korkmaya da başladım. Benim kredi kartı bilgim her yerde olabilir. Bilgisayarımın kamerasından gözüken şeyi herhangi birisi izleyebilir. Hatta bu şekilde birkaç olay da yaşadım. Artık özelimizin olmadığını düşünüyorum. Sonuçta girmediğim uygulama, ismimi vermediğim yer yok.

Bir içerik üreticisi olarak geleceği nasıl görüyorsun?

Neden bilmiyorum ama geleceğe pozitif bakıyorum. İnsanlar yavaş yavaş bir şeyleri öğrenecekler. Bu benim kendi düşüncem. Türkiye’de daha yavaş oluyor bu. Belki tamamen doğru da değildir düşündüklerim. Mesela zamanında rapçiler hapse girdi. Sürekli hapse girdikten sonra rapçileri bi’ saldılar. “Saldılar” dediğim, “Bunlarla mı uğraşacağız sürekli” dediler. Mizahta da benzer şeyler var. Emre Günsal, Pınar Fidan gibi insanlar için artık toplum bir yerden sonra; “Bu şaka sektörü, buradan çıkan bir şeyi bu kadar ciddi değerlendirmeli miyiz?” diyecektir. Daha doğrusu, belki de böyle diyecekleri bir nokta gelecektir. Çünkü bir performans sanatçısını bu kadar ciddiye alamazsın. Adamın da senaryoyla yazdığı bir şey için; ‘‘Sen böyle düşünüyorsun, gel asalım seni’’ demek bence mantıklı değil.

Teknolojik, kültürel ve sosyal açıdan bizleri nelerin beklediğini düşünüyorsun?

Şu karantinadayken çok mantıklı bir üretimim olamıyor. Çünkü keyfim yok. Video çekmek istemiyorum. Şarkı yapamıyorsun. Elimde kalan projeler var. Biraz bankadan yiyorum. İleride ne olacak bunları hiç düşünemiyorum. Herkes bir şey konuşuyor, herkes bir şey diyor. Eskiden çok günübirlik yaşıyorduk. Evlerimizde olduğumuz için artık otuz beş tane farklı senaryo geliyor aklıma. Ne olacağı konusunda kesin bir sonuca ulaşamıyorum. Hangi taraftan düşünsem, öyle düşünen insan da var, böyle düşünen insan da var. Kafamda oturtamıyorum yani.

“Şu dönemde hayatın değerini de çok daha iyi anladım. Ben eskiden evden hiç çıkmayan bir insandım mesela. Dışarıdaki bir aktivitenin değeri benim gözümde şu an üç kat daha fazla.”

Karantinayla ilişkin nasıl?

Ben aslında yalnız kalmayı çok sevmeyen bir insanım. Küçüklükten beri kalabalık bir ailede büyüdüğüm için yalnızlığın beni depresyona, kötü hissetmeye ittiğini düşünüyorum. O yüzden karantina benim için sancılı geçti. Üretkenliği düşünemedim bu iki ay içinde. Kafam boşsa bir şeyler yaratabiliyorum. Bir şey yapamıyorum şu an mesela. Tamam, insanlar bizim onlara bir şey vermemizi bekliyor. Onlar da evde. Ama ben de diğerleri gibi sıkılıyorum. Benim de bir şeyler beklediğim insanlar var ve onlar da bir şey yapmıyor.

Tüm bu içeriklerin yanında şarkı da yayımlıyorsun. Sonuncusu “Spacejump”ı geçtiğimiz günlerde takipçilerinle paylaştın. Müzikle bağın nasıl?

Küçüklüğümden beri rapçi olmak isterdim. En sonunda bir şarkı yaptım, ‘‘Yeniden’’ diye. Çevremdeki insanların desteği de beni çok mutlu etti. İnsanlara bir titreşim verebildiğimi hissediyorum. Benim en çok sevdiğim şey dans etmek. Dans etmeyi seviyorum. Müziğin de dans ettirmesini istiyorum. Dinlediğim müzikte de aradığım nokta bu. Sonuncusu dahil dört şarkım çıktı, üç şarkım da gayet başarılı gitti. Buna bir süreç olarak bakıyorum. Daha yedi aydır bir şey yapıyorum. Beğeniliyor ve bu beğeni de beni mutlu ediyor açıkçası. İlk şarkımız 30 milyon izlenmeyi buldu. O zaman dedim ki “Ben bunu yapabilirim.” Şimdi şan derslerine başladık.

Yaptığın müziği nasıl bir yere koyuyorsun?

Aslında şu an kendimi bulmaya çalışıyorum. Yayınladığım şarkılar birbirinden farklı. Benim için video çekme aşkı neyse, müzik yapmak da şu an öyle bir şeye döndü. Müzik yaparken daha üretken hissediyorum. Ayrıca bir klip de ortaya koyuyorum. İnsanların algısını bu şekilde daha kolay değiştirebiliyorsunuz. Otuz, kırk tane video atmaktansa, üç dakikada insanların algısını kolayca değiştirebiliyorsunuz. Bunun üzerine biraz düşünüyorum.

Ürettiğin şeyleri çok daha az insan takip etseydi, bu senin için ne kadar önemli olurdu?

Ürettiğiniz içeriğin iyi olduğunu düşünen insanların bu içeriği paylaşması daha çok mutlu ediyor. Benim için müzik de içerik gibi. Bir sanat gibi düşünmüyorum.

Müziğe dair neler planlıyorsun?

Bir EP bitirdim. Şu an çıkan şarkılarımla, EP’dekileri yan yana koyduğumda aralarında çok fark var. Bu bir süreç olduğu için insanların bunu anlamasını sağlamam lazım. Dört milyon takipçin var. Şarkı çıkarıyorsun. Bir şeylerin hemen süper koşullarda olmasını bekliyorlar. Ama o süper şeyler çıkaran insanlar bir on beş senelik geçmiş sonucunda bunları çıkarıyorlar. Biraz zamana ihtiyacım var, bence tek gereken şey bu.

Günümüz dünyasında seni neler ilgilendiriyor ve kaygılandırıyor?

Yarın beni her zaman endişelendiriyor aslında. Yarına kaygılı bakmak sanırım şu anki yaşımla da ilgili. İnsanlar tam da 23 yaşındaki ilk kırılmayla, yetişkinliğe geçerken bir kaygı, stres yaşıyorlar. Gündemimize baktığımızda da hiçbir şey iyi gitmiyor. Bu da korkutucu. Kültürel ve başka açılardan yeteri kadar dolu hissetmediğim noktalar da var. Bu herkes için geçerli aslında. Ne kadarını bilmek yeterli? Bunları düşünüyorum. Şu dönemde hayatın değerini de çok daha iyi anladım. Ben eskiden evden hiç çıkmayan bir insandım mesela. Dışarıdaki bir aktivitenin değeri benim gözümde şu an üç kat daha fazla.

İçinde bulunduğumuz bu dönemde birçok farklı alandaki potansiyel değişimler konuşuluyor. Eğitim de bunlardan bir tanesi. Sence eğitimin işine nasıl yansıdı? Özellikle bu dönemde eğitim hakkında neler düşünüyorsun?

Ben aslında okulumu dondurdum. Internet kullanımı çocuğa doğru şekilde öğretildiğinde, 15-16 yaşına kadar (belirli alanlarda) inanılmaz seviyeye gelinebileceğini düşünüyorum. Ben biraz böyleydim çünkü. Küçüklüğümden beri Photoshop’la bir şeyler yapmayı denerdim. Mesela Bobiler.org’a genç yaştayken bir şeyler hazırlardım. Oralarda bunları yaptığım için eğitimin bana neler katabileceğini de düşündüm. Eğitimin kattığı çok şey var ama bu hangi mesleği istediğinizle de ilgili. Hukuk istiyorsanız elbette önemli. Ama ben Işık Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı okurken, hiç çalışmadan 3.4 not ortalamasını yakaladım. Çünkü bilgisayar kullanmayı biliyordum. Yeni jenerasyon bizden de zeki. Ben büyürken günde on habere maruz kalıyorsam, bugünkü çocuklar beş bin habere maruz kalıyor. Kafalarının gidebileceği çok nokta var. Kardeşim çok iyi İngilizce konuşuyor. Onun telefonu çok daha küçük yaştayken vardı. Artık insanlar yurt dışından bu kadar fazla şey görürken, gözleri bunlara alışıyorken gelecekte bazı şeyleri kabul de etmeyecekler.

O zaman sözü son olarak yine geleceğe getirelim. Kariyerinde neler planlıyorsun?

Aplikasyon projelerimiz var. Türk ünlülerin kapıştığı bir 2D oyun fikrimiz var. Hakan Baş’la ilerletiyoruz onu. EP için çok heyecanlıyım. Beş, altı ay önce yaptığımız şeylere oranla ciddi bir gelişme kaydettik. AutoTune müziği diyecekler ama olsun. Bunların dışında YouTube’da belli projeler yapmayı düşünüyorum.

Röportaj: Alper Bahçekapılı
Fotoğraf: Burcu Karademir
Moda Editörü: Erkan Altunay
Saç: Ali Yılancı
Makyaj: Cuma Polat

Author: Based Istanbul

RELATED POSTS