In London, a Manifesto of Chanel’s Enduring Legacy

FashionDecember 7, 2023
In London, a Manifesto of Chanel’s Enduring Legacy

Soğuk ve yağmurlu bir Aralık günü, Londra’da Victoria & Albert Museum’a, müzenin en yeni moda sergisi “Gabrielle Chanel. Fashion Manifesto.” koleksiyonunu görmek üzere girdim. Koleksiyonun eylülde gösterime çıkmasına ve 25 Şubat’a kadar sergilenecek olmasına rağmen giriş, Gabrielle Chanel’in dehasını görmeyi bekleyen ziyaretçilerle doluydu. 

Merdivenlerden inerek koleksiyonun derinliklerine doğru ilerlerken, sergi için iş birliği yapılan Palais Galliera, Fashion Museum of the City of Paris ve Paris Musées’nin gösterdiği özeni ortaya koyan küratöryel detaylar parıldadı. Merdiven, Chanel’in güzellik ürünlerini andıran parlak siyahla kaplanmıştı, yer yer göze çarpan kırmızılar ise etrafın rujla sarılı olduğu hissini uyandırıyordu.

Kronolojik sıraya göre düzenlenmiş serginin girişinde ilk olarak, Chanel’in korunabilmiş en eski parçalarından biri, İlkbahar/Yaz 1916 koleksiyonundan Marinière Bluz karşımıza çıkıyor. Bu narin parça, ünlü kıyafetlerden meşhur anlara, Chanel’in global büyüme sürecini de kapsayacak şekilde, Gabrielle Chanel’in yaratıcı arayışlarının kronolojisini ortaya koyan metinlerle çevrili. Chanel’in bir şapkacı olduğu ilk zamanlarına uzanan bu giriş, markanın Paris’teki mütevazı başlangıcından itibaren Chanel’in yaratıcı dehasının evrimini anlamak için bir temel oluşturuyor. 

Emergence of Style (Stilin Doğuşu) isimli ikinci bölüm bu temeli sağlamlaştırıyor. Markanın 1920’li ve 30’lu yıllardaki büyümesine odaklanan bölüm, Chanel’in imzası olan haute couture tarzını güçlendirmek üzere ilham aldığı, erkek giyimi ve tüvit kumaşı da içeren kaynakları tanımlıyor. Chanel’in kumaşları, belirgin beyaz ve siyah renk paletleri ve İngiliz kumaş zanaatkarlarıyla arasındaki kendine özgü bağın incelendiği odalar, markanın biçimlendiği dönemde, Avrupa’ya yayılmış ilham ve iş birliği ekosistemini kurarken sahip olduğu moda çevresine odaklanmış durumda. 

Kumaşlar ve haute couture’den bir parça uzaklaştırılan ziyaretçiler, Chanel’in ikonik  N°5 parfümünün şişesi şeklinde tasarlanmış bir odaya yönlendiriliyor. Güzellik ürünleri serisinin yanı sıra, Chanel’in imzası olan kokuyu yaratma sürecini öne çıkaran küratörler, Chanel ve ekibinin, dünyanın en çok satan parfümünü oluştururken içinde bulundukları meşakkatli geliştirme sürecini belgeleyen arşivleri sergiliyor.

Sergi, İkinci Dünya Savaşı’nın Gabrielle Chanel’in kişisel ve profesyonel yaşamı üzerindeki etkisine özel bir önem atfediyor. Sergi, o dönemde Alman istihbaratıyla olan ilişkisi nedeniyle sıklıkla eleştirilen Chanel’in savaşa yönelik karmaşık tutumuna dair özel bir nüans içeriyor. Chanel takipçilerinin çok defa talep ettiği mesuliyetin hüzünlü bir yansıması olan bu odalar, Chanel’in yolculuğundaki kara bulutlu dönemi vurguluyor. Savaş, Chanel’in moda dünyasından görünürde emekli olmasıyla ilişkili – ancak bu emeklilik uzun sürmedi. 1954’te, 71 yaşındaki Gabrielle Chanel emekliliği reddetti ve 1920 ve 30’larda kusursuz hale getirdiği formları manipüle ederek denemeler yaptığı yeni bir koleksiyon çıkardı. Savaş dönemine kadar Chanel’i tanımlayan oran, renk ve siluetlere meydan okuyan bu yeni istikamet, bugün tanıdığımız ve sevdiğimiz Chanel’i açıkça ortaya çıkardı. 

Serginin bu istikameti inceleyen bir sonraki odası, duruma uygun bir şekilde The Suit (Takım) adını taşıyor. İki kat alana yayılmış 50’yi aşkın takıma ev sahipliği yapan olağanüstü sunum, Chanel’in imza niteliğindeki takımının incelikli güzelliğini incelemek içi yukarı bakan izleyicilerin üzerinde yükseliyor. Kırık beyaz ve siyahtan parlak pembe ve yeşile uzanan bir renk skalası ile Chanel’e özgü tüvit ve ipekten oluşan koleksiyona, modanın bu demirbaşını anlatan bir kısa film eşlik ediyor. Sıradaki oda bu enerjiyi gece elbiseleri ve takımlarına ayrılmış sergiyle harekete geçiriyor. Siyah ve ışıltılı altın renklerinden yola çıkan kokteyl ve gece elbiseleri, Chanel’in işçiliğinin doruk noktasını işaret ediyor: İncelikli işlemeler, doygun dokumalar ve desenli ipekler her bir parçanın cam vitrininden taşarak, güzelliğiyle izleyicileri büyülemesini sağlıyor. 

Serginin devamı, izleyiciyi Chanel aksesuarlarıyla sarıp sarmalıyor. Sergi, tüm Chanel stillerinin tamamlayıcısı olarak, ikonik Chanel çanta ve takılarının evriminin izini sürüyor. Chanel’in imitasyon takıları lüks statüsüne yükseltmeye dair kararlılığı tüm alanda kendini gösteriyor: Rengarenk mücevherlerin karışık metallerle muhteşem birleşimlerinin bükülerek oluşturduğu zarif çiçek şekilleri, altın ağırlıklı kemer, kolye ve iddialı tasmalar… Şaşırtıcı bir şekilde, bu parçalar Gabrielle Chanel’in savaş sonrasında yaptığı denemelerle sınırlı değil. İddialı imitasyon takılar, Chanel’in yaratıcı gücünün somur bir göstergesi olarak, 1930’ların ortalarından beri kullanılıyor.

Serginin sonuna yaklaşırken, son oda bir kez daha görkemli güzelliğiyle nefesimi kesiyor. Bir dizi elbise ve takım, Chanel’in atölyesindekinin bir benzeri olan aynalı merdivene sıralanmış ve Gabrielle Chanel’in son koleksiyonu İlkbahar/Yaz 1971’den parçalarla çevrelenmiş. Chanel’in son koleksiyonuyla yapılan bu bitiş, serginin sunduğu duygusal ve sanatsal deneyimi tamamlıyor. Chanel’i, kendine özgü stil, bakış açısı ve sürecini her daim tanımlamak ve yeniden yaratmaktan korkmayan, cesur bir kadın olarak ortaya koyuyor. 

Birleşik Krallık’ta Gabrielle Chanel’in çalışmalarına odaklanan ilk sergi olan gösterim, Chanel’in 100 yılı aşkın süredir varlığını sürdüren ikonik stillerinin oluşumu üzerine duygu yüklü bir anlayış sunuyor. Chanel’in özellikle Karl Lagerfeld tarafından sürdürülen işçilik mirasının boyutlarına dair çok daha derinlikli bir tablo çizen sergi, zamanı göz alıcı bir şekilde büküyor – Chanel’in en eski parçalarından bazıları, günümüzdeki modern versiyonlarıyla neredeyse tıpatıp aynı. 1950 ve 60’ların takım elbiseleri bugün podyumda boy gösteren tüvit takımların birer yansıması ve aynı zamanda Gabrielle Chanel’in ölümsüz ikonik statüsünün gerçek bir manifestosu. İzleyiciyi Gabrielle Chanel’in neredeyse 60 yıla yayılmış sanatsal çalışmaları arasında bir gezintiye çıkaran sergi, herkesin müzeden Chanel’in genetiği ve House of Chanel’den yayılan olağanüstü yaratıcı enerjiye dair daha derin bir anlayışla ayrılmasını mümkün kılıyor. 

Author: Ethan Dinçer

RELATED POSTS