Fran Healy of Travis

MusicJune 1, 2016
Fran Healy of Travis

Gruptaki herkes hayatının çok iyi bir anında” diye başlıyor söze Fran Healy. Uzunca bir süredir Berlin’de ikamet eden Travis vokalisti, şehirde yaşadığı hayattan hayli mutlu. Gerçi bu mutluluk Travis’in müziğindeki o hüzünlü atmosferin değişmesine pek de sebebiyet vermemiş.

İskoç topluluğun sekizinci albümü Everything At Once geçtiğimiz ay yayınlandı. Albümü dinlediğinizde grubun alıştığımız havasından hiç de uzaklaşmadığını hissediyorsunuz. Akustik gitarın merkezde olduğu, Travise’e özgü o melankolik rock tonu Everything At Once’ın da kalbinde duruyor. Ki aslında Travis’i güzel yapan şey de bu. Her şeyin -müzikte de- çok hızlı bir şekilde değiştiği bir dönemde, Travis aynı kalan nadir gruplardan. Saçları beyazlamış ve biraz yaşlanmış görünse de, Fran Healy de yıllardan bu yana sahip olduğu o sıcak, samimi karakterini koruyor. Onunla ilk defa Rolling Stone Türkiye için röportaj yaptığım dönemde, İstanbul Boğazı’nın üzerindeki bir teknede tanışmıştık. Yıllar içerisinde defalarca karşılaştık. Bu sefer de Travis’in yeni albümü vesilesiyle telefonda sohbet ettik. Fran Healy ile Londra’nın ilk Müslüman Belediye Başkanı Sadiq Khan’ı, Almanya’da mültecilere nasıl bir gözle bakıldığını, Türkiye hakkındaki düşüncelerini, son albümlerini kaydettikleri Hansa Tonstudios’u, Spotify’a yapılan eleştirilerin neden saçmalık olduğunu, geçmişiyle kurduğu ilişkiyi ve pek tabii Travis’in müziğini konuştuk.

26 yıldır bir aradasınız. Sizin için şarkı yazma süreci çok değişti mi?

Hayır. Başladığımızdan bu yana tam olarak aynı. En iyi şarkılar, oturma odasında bir fincan çay eşliğinde yazılıyor. En iyi şarkılar, sabahları kalktığınızda ve “Akşamdan kalmayım” dediğinizde yazılıyor. En iyi şarkılar, şarkı yazmayı hiç beklemediğiniz anlarda yazılıyor. Ve en iyi şarkılar, çok eski yöntemlerle yapılıyor. Şimdilerde kimse böyle yapmıyor. Biz nesli tükenen bir türüz. Bir fincan çayla odada oturan şarkı yazarları kaybolup gidiyor. İş farklı bir hale geldi. Artık bir şarkı üzerinde çalışan takımlar var. Bence bu güzel. Drake’in yeni albümüne bakarsanız 50 farklı ismin katkıda bulunduğunu görürsünüz. Bu mükemmel. Albüm çok iyi kaydedilmiş tınlıyor. Ama eski usül yazılmış bir şarkının tınısı yok.

Yeni single’ınız Magnificent Time’da “Dikiz aynasından geçmişe baktım / Ardımda hiçkimse ve önümde hiçbir şey yoktu” diyorsun. Geçmişine ve geleceğine baktığında nasıl hissediyorsun?

Baba olmak sizi gerçekten değiştiriyor. Değiştirmeli de. Çünkü bu modern dünyada çok hızlı bir biçimde büyüyorsunuz ve çocuksu şeyleri geride bırakıyorsunuz. Bunların bazılarını geride bırakmalısınız da. Çünkü bu yolculuğun bir parçası. Anı yaşamak için geçmişe çok fazla bakmamalısınız, geleceğe çok fazla bakmamalısınız. Bu şarkıda “Ardımda hiçkimse ve önümde hiçbir şey yoktu” derken, bir seçimden bahsediyorum. Kendime “Oğlunla birlikte ol ve şimdiki zamanda yaşa” diyorum. Çünkü bu bulunduğumuz yegane zaman dilimi. Gelecek hakkında endişeye düşerek ve geçmişin pişmanlığıyla kendimizi çok fazla strese sokuyoruz.

Oğlun ve şarkıyı nasıl ilişkilendiriyorsun?

Şarkı 12 yaşındaki halimin benimle konuşması gibi. 12 yaşımdaki halim bana şu an ne söylerdi? Şu an 42 yaşındayım. Uzun zamandır bir günlük yazıyorum. Halen her gün yazıyorum ama aynı şekilde değil. 1986’dan kalma bir günlüğü buldum. 10 yaşındaki oğluma gösterdim. Ve bu çok ilginç bir andı. Çünkü o 10 yaşında bense 12 yaşındaydım. Ondan birkaç yaş büyüktüm. 12 yaşındaki babasının tam olarak ne düşündüğünü görme fırsatı yakaladı. Yaptığım şeyleri de gördü. Ve işin aslı, birbirimizden çok da farklı değiliz. Bu bir şekilde şarkıya ilham kaynağı oldu. Geçmişteki senin, gelecekteki senle konuşması…

Everything At Once’ı Berlin’deki Hansa Tonstudio’da kaydettiniz. David Bowie, U2, Iggy Pop, Pixies ve daha nicesi aynı stüdyoda albümler kaydetti. Böylesine efsanevi bir stüdyoda olmak seni kişisel olarak etkiledi mi?

Bu benim için tuhaftı. Kendimi gezegendeki en şanslı müzisyen gibi hissediyorum. Çünkü Hansa’daki odalardan birine şarkı yazmak için yerleştim. Oraya her gün gitmeye devam ettim. Orada bulunmuş insanlarla mı alakalı bilmiyorum ama Hansa gerçekten çok havalı bir yer. Eşsiz bir stüdyo. David Bowie albümlerinde kullanılmış enstrümanlarımız vardı. Iggy Pop’un Lust For Life’da kullandığı amfiler vardı. Çok özel bir yer ve orada bulunmak ilham veriyor.

Önceki yüzyıla damgasını vurmuş birçok müzik efsanesini son yıllarda birer birer kaybediyoruz. David Bowie, Prince, George Martin… Onlar gibi isimlerin vefatlarıyla ilgili ne hissediyorsun?

Çok fazla üzülmüyorum. Çünkü gerçekten ölmüş olmuyorlar. Bu muhteşem müzisyenler hatıraların ötesinde şeyler bırakıyorlar. Ne zaman bir David Bowie albümünü dinleseniz ya da plağına dokunsanız, o yeniden canlanıyor. Ne zaman Prince’i radyoda duysanız, o yeniden canlanıyor. Ne zaman bir The Beatles şarkısı duysanız, George Martin yeniden canlanıyor. Bu müzisyenler asla ölmüyorlar. Müziğin gücü bu. Elbette aileleri için çok üzücü. Olabilecek en üzücü şey bu.

Uzun zamandır Berlin’de yaşıyorsun. Orada yaşamak sana nasıl hissettiriyor?

Harika. Huzurlu. İnsanlar nazikler. Yaz güzel. Yazları hava çok güzel. Kışlar çok soğuk olurdu ama son dört yıldır daha yumuşak. Muhtemelen küresel ısınma yüzünden. Hayat güzel. Oğlum çift dilli bir okula gidiyor. Almanca ve İngilizce konuşuyor. Kendimi çok şanslı hissediyorum.

Bunca yılın ardından Glasgow ve Londra’yı nasıl hatırlıyorsun?

Dougie (Payne) eşi ve çocukları ile Glasgow’da yaşıyor. (Travis’in bas gitaristi Dougie Payne, İskoç aktrist Kelly Macdonald’la evli). Glasgow pek havalı bir şehir. Birçok şeyin yaşandığı küçük ve çok yoğun bir yer. Müzik her zaman o şehrin can damarlarından biri olmuştur. Güzel sanatlar da. Sinema sektörü de harikadır. İskoçya’nın en iyileri oradadır. Londra ise daha geçenlerde Müslüman bir belediye başkanı seçti.

Sadiq Khan’ın Londra’nın ilk Müslüman belediye başkanı olmasıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Bence olağanüstü bir şey. Hakikaten muazzam. Londra’daki ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların dini, az sayıda insan tarafından değersizleştiriliyor. Onların inançlarını yansıtmadaki saygıdeğerliği, saflığı, harikalığı bu geri zekalılar, bu terörist gruplar tarafından yok ediliyor.

Londra, Britanya’nın ve dünyanın geri kalanına; “Biz çok kültürlüyüz. Çok kültürlülüğü destekliyoruz” diyor. Müslümanların büyük bir çoğunluğu gayet hoş ve barışçıl insanlar. Tıpkı dünyadaki tüm diğer dinlere mensup birçok insan gibi. Londra’nın Müslüman bir belediye başkanı olması dünyanın geri kalanı için de harika.

Yaşadığın ülke, Almanya göçmen krizi açısından önemli ülkelerden bir tanesi. Göçmenlere karşı oradaki tutumu ve genel olarak göçmen krizini nasıl değerlendiriyorsun?

Başlangıçta Almanya, tarihinin de etkisiyle, göçmenlere kapılarını açtı. “Haydi gelin. Sizi alıyoruz” dediler. Bir nüfus azalması yaşıyorlar ve ülkede insana ihtiyaçları var. Bu sebeple insanları hoş karşıladılar. Ama sonrasında Köln’de yeni yıl gecesindeki olaylar yaşandı. Ne yazık ki bu durum özellikle kadınlar açısından manzarayı değiştirdi. Sadece tanıdığım kadınlar için konuşabilirim. Berlin’dekiler çok daha tedbirli hale geldiler. Başlangıçta çok mutluydular. Sonrasında ise; “Aman Tanrım. Neler oluyor? Kadınlara saygı göstermeyen ve böyle şeyler yapan tüm bu adamlar…” şeklinde düşünmeye başladılar. Çok talihsiz bir durumdu.

Angela Merkel ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ilişkisi hakkında ne düşünüyorsun? Bulunduğun yerden Türkiye’yi nasıl görüyorsun?

Erdoğan’la ilgili geçenlerde yaşanan şu olay… Çağlar öncesinden kalma tuhaf bir yasa ile susturulan Almanya’daki şu (Jan Böhmermann’dan bahsediyor) hicivci… Bence Erdoğan ve ülkeniz tam bir felç halinde. Erdoğan gibi birisi başınızdayken farklı bir senaryo hayal etmek gerçekten çok zor. Türkiye’deki tüm arkadaşlarım üzgünler. Mutsuzlar. Haberleri gördüğüm her seferde kendimi çok kötü hissediyorum.

Ama bu konuda üzülmek yerine yapabileceğiniz tek şey bu trajediyi kucaklamak ve onu pozitif bir şeye dönüştürmek. Harika insanlarsınız ve muhteşem bir ülkedesiniz. Arkadaşlarımla konuştuğumda ümitleniyorum. Tahammül edilemez bir durumda olduğunuzda bile gerçekten ümit vardır.

Tıpkı davulcunuz Neil Primrose’un ölümcül bir kaza geçirdiği 2002’de umudunuzu kaybetmemiş olmanız gibi… O dönemler çok büyüktünüz. Geçenlerde bir röportajında “Büyük (bir grup) olduğumuz dönemde perişandım” dediğini okudum. Neden böyle hissediyorsun?

Sana nedenini söyleyeyim. Grubumuzun merkezinde arkadaşlığımız var. Grup, o arkadaşlığın etrafında evriliyor. Ve bu gerçekten işe yarıyor. Grup devasalaştığındaysa sistemin merkezine grubun kendisi geçti ve arkadaşlık dışarıda kaldı. O kazayı yaşadığımızda sarsıldık. O kaza sistemi sarstı. Ve biz de merkeze yeniden arkadaşlığı koyduk. O dönemden bu yana da merkezde tuttuk.

Biz nesli tükenen bir türüz. Bir fincan çayla odada oturan şarkı yazarları kaybolup gidiyor. İş farklı bir hale geldi. Artık bir şarkı üzerinde çalışan takımlar var.

Tekrardan turnedesiniz. Yolda olmayı seviyor musunuz? Yolda olmanın tanımı sizin için çok değişti mi?

Pekala, şu an otobüsün içerisinde oturuyorum. Dougie (Payne)’in üzerinde pijamaları var. Bir fincan kahve yapıyor. Ben de çayımı yudumluyorum. Turnemizin beşinci konserindeyiz. Sahnedeyken, yıllardır söylediğimiz şarkılarımızı söyleyen insanlara bakıyoruz. Bu grubumuz için özel bir an. Umarım Türkiye’ye geliriz ve bunu görürsün Alper.

Türkiye’ye gelme planınız var mı?

Evet sanırım. Ama henüz bir şey duymadım. Türkiye’ye her zaman geliyoruz.

Digital müzikle ilgili süregelen tartışmalarda nerede duruyorsun? Plak şirketlerinin yaptığı anlaşmalarla ilgili neler düşüyorsun?

Dijital müzikle ilgili fikrim hiç değişmedi. Plak şirketleri Spotify’la, YouTube’la anlaşmalar yapıyorlar. Bence bu anlaşmalar müzik endüstrisinin başlangıcında yapılan, sanatçıların ödeme alamadığı anlaşmalarla neredeyse aynı düzeyde. Herkes Spotify’ı “Ama sen şarkı çalma başına 0.0001 ödüyorsun” diye suçluyor. Bence bu saçmalık. Çünkü sanatçıların neden para kazanamadığını biliyoruz.

Plak şirketleri ‘stream’den para kazandıklarında bile sanatçılara olması gerektiği şekilde ödeme yapmıyorlar. Sanatçılarla yaptıkları geçmişten kalma sözleşmeleri ve maddeleri de kullanıyorlar. Stream için sanatçılar hala paketleme parası ödüyorlar. Stream’de paketleme yok ki! Ellerinden geldiğince çok para almaya çalışıyorlar. Fakat hatırlamaları gereken bir şey var. Ürünleri yaşayan, canlı bir şey: Bir sanatçı. Ama bunu düşüneceklerini hiç zannetmiyorum.

Author: Alper Bahçekapılı

RELATED POSTS