Alican Yazıcıoğlu

PeopleOctober 6, 2016
Alican Yazıcıoğlu

Müzik tutkun ne zaman ve nasıl başladı?

4 yaşında piyano dersleri almaya başladım ancak ailem okula ağırlık vermemi istediği için ilk okulda bırakmak zorunda kaldım. Daha sonra lisede gitar derslerine başladım ve onu hobi olarak devam ettirdim.

Huzuru hep müzikte bulmuşumdur. Mix tape yapmak en büyük hobilerimdendi ama özellikle 12 yaşında Korn – Issues albümü hayatımı değiştiren albüm olmuştur, bana ilk defa pop müzik dışında bir dünya olduğunu gösteren albümdür. Daha sonra da The Cure – Disintegration albümü ile tanıştım ve müzik hayatımda vazgeçemediğim bir tutku haline geldi, kendimi buldum diyebilirim.

Yaptığın müzikler arasında film scoring de var. Üretim sürecinin farkını anlatabilir misin?

Film scoring çok daha zor bir süreç aslında, sizi konvansiyonel şarkı yazma sürecinden çıkartıp senaryo ve diyalog moduna sokar.

Film scoring için bir şarkıya başlama sürecim kendi projem için olan bir şarkıya başlamamdan çok daha farklı. Örneğin konvansiyonel bir prodüksiyona önce durumlar ile başlarken film scoring için ambiyans ve sound design ile başlamayı tercih ediyorum. Filmine göre kendimi spesifik enstrümanlarla sınırlayıp onlardan maksimum eforu almaya çalışırım.

Pitch Black ve Phallen işbirliğinden bahsedebilir misin?

Birlikte çok farklı bir frekans yakaladık. Albümümde, Dmitri (Pitch Black) ile birkaç şarkımız olucak ve aynı zamanda bu projede kendisi benim co-producerim.

Bu yaz başında albüm projemden biraz daha farklı, daha sinematik bir çalışma olan “Filling the void” adlı parçamıza bir canlı performans videosu da çektik ve bu proje sonrasında ayrıca ikimizden oluşan bir duo projeye de başlama kararı aldık.

Herşeyden önce hiçbir projeye ilhamsız, zorla başlamıyoruz. Prodüksiyon sürecinin mümkün olan en verimli ve doğal şekilde ilerlemesi önceliğimiz. Her projeyi kendine özel olarak ele alıp onun zorluklarına göre birbirimizin artılarından faydalanıp en çok verimi sağlamaya çalışıyoruz.

Kendimizi tekrarlamaktan kaçınmak da çok önemli. Bizim için yenilik eşsiz olmakla yakalanır ve bu özelliği korumak için sürekli olarak kendimizi farklı yöntemlere, yeni konseptlere açık tutuyoruz.

Stüdyonu bir kaç ay önce New York’tan Istanbul’a taşıdın. Bu değişim seni ilham açısından nasıl etkiledi?

Yaklaşık son 10 senedir Istanbul dışında yaşadım ve artık evime dönme vaktinin geldiğini hissediyordum. New York’ta yaşamak bence gerçekten bir ayrıcalık, Londra Boston Miami gibi pek çok farklı şehirde yaşadım ama New York bana en çok vizyon kazandıran yer oldu. Her zaman yenilikleri ve farklılıkları kovalatan bir şehir.

Son birkaç senedir retro-fütürizm trendine ilgi duymaya basladım ve New Yorktaki stüdyomun manzarası bu anlamda ilham için mükemmeldi. Istanbulda da aynı havayı yakalayabilmek adına stüdyomu Zorlu Center’a taşımayı seçtim. Bence bu iki şehrin en büyük ortak özelliği kaos, ve bu benim için kendi başına bir ilham kaynağı.

İlk EP’nin yakında çıkacağını duyduk. Üç kelime ile anlatacak olsan ne derdin?

Nostalji, melankoli, aşk.

Sanatçı kimliğin ile müzik prodüktörlüğünün çeliştiği anlar oluyor mu?

Kişiliğimden taviz vermemek benim icin çok önemli, ancak adaptasyona da inanan biriyim. Yaşadığım her yeni şehir, gittiğim her yeni yer ve tanıdığım her yeni insan benim için vizyonumu genişleten yeni bir üretim öğesi, sanatçı kimliğimi geliştirme adına bir çeşit ilham kaynağı olmuştur.

Müzik prodüktörlüğünde de her proje ayrı bir hikaye aslında ve her çalıştığım insandan önemli dersler alıcak kadar da şanslıydım. Albümümdeki her vokal farklı bir şarkıcıdan olucak, bu kadar kısa sürede farklı yeteneklere sahip olan kişilerle çalışmak ta her ne kadar zor olsa da bir o kadar da faydalı oldu benim için. Yaşadığım çelişkiler beni kendimi geliştirmeye zorladı ve böylece aslında kendi yorumumu daha iyi ifade etmeyi öğrendim.

Günlük hayatında müziğin önemi nedir? En çok ne yaparken müzik dinlemekten hoşlanıyorsun?

Müzik hayatımı domine eden en büyük unsur, benim önceliğim. Küçüklüğümde mümkün olan her anda elimden Walkman veya cd player asla eksik olmazdı, şimdi de aynı şekilde kulaklıklarım bedenimin bir parçası gibidir. Müzik dinlemiyor bile olsam aklımda hep bir şarkı vardır, yaşadığım her anı müzikle bağdaştırarak tamamlamayı seviyorum. ‘Sessizlik’ bile benim için bazen dinlemeyi seçtiğim bir şarkı oldu artık. Düşününce asla müzik dinlemeden ders bile çalışmadım.

Genelde baştan sona albüm dinlemeyi tercih edenlerdenim. Bence müzik dinlemek kendi başına bir aktivite de olabilmeli insanın hayatında. Sadece trafikte radyo dinlemek veya sporda bir ritim yakalamak gibi günlük koşuşturmalar için olmamalı. Ama illa ki seçmem gerekirse en çok gece boş yolda araba kullanırken müzik dinlemeyi sevmişimdir.

Stüdyonda değilken neredesin?

Yakınlarımla değilsem veya film izlemiyorsam bulunduğum şehri keşfetmeyi çok seviyorum. Bu yaz, Istanbul’da stüdyomun hazır olmasını beklerken daha önce hiç görmediğim yerleri keşfetme şansım oldu. Başkalarından duyduğum yerlere gitmek dışında asıl tercih ettiğim tesadüfi bir yerde o an rastgele hislerle seçip olmak, ve tabii ki mümkünse bir müzik eşliğinde.

O’nsuz yapamam dediğin ne var?

Kulaklıklarım!

 

Author: Duygu Bengi

RELATED POSTS